Hemen herşeyin kısa tarihi ve bilmek zevki

On sene önce Zaman'da yazmaya başladığımda haftada bir kültür sayfasında yazdığım için bu servis, benim için âdeta İstanbul'daki özel büro gibi bir mânâ taşımaya başladı. Bu durum Yorum servisi mensuplarınca enikonu yadırganıyorsa da alışkanlık böyle bir şeydir.

İstanbul'a son gidişimde her zaman olduğu gibi gazetenin Kültür Servisi'ne postu seriverdim (postu sermek, zaten yanyana ve içiçe duran muhtelif servisler arasında pardösüyü Kültür Servisi'nin askılığına bırakmak anlamına geliyor). Üstelik kültürcü gençler, bu muhabbet alâkasını son derece zarif ve çelebice jestlerle desteklemesini de biliyorlar. Nazik ve çelebi jestten muradım şudur; Gazeteye her gidişimde kültürcü gençler, özel dolaplarını benim için ardına kadar açarak "Emr ü ferman sizindir, neyi beğenirseniz alıp götürebilirsiniz" derler ve ben de fazla insafsız davranmamaya çalışarak dikkatimi çeken kitap ve müzik albümlerini seçip bir koliye doldururum.

O gün de öyle oldu; Kültür Servisi'nin şefi Ali Çolak, "Ahmet Ağabey, benim acele yayın toplantısında bulunmam lâzım; dolabım emrine âmâdedir" dedi ve bugün size bahsedeceğim kitabı işte o dolapta gördüm.

Adı, "Hemen Herşeyin Kısa Tarihi". Yazarı: Bill Bryson adında Amerikalı bir gezi yazarı. Kitap 515 sayfa ve cilt kapaklı. Kitabı Boyner Holding'in yan kuruluşu Boyner Yayınları neşretmiş.

Sizin hiç, "bitmesin" diye azar azar okuduğunuz bir kitabınız oldu mu? Aslında her kitapçıda böyle kitaplar ararız da öyleleri nadiren ele geçer. Hemen Herşeyin Kısa Tarihi'ni, bitecek korkusundan ödüm patlayarak taksit taksit ama zevkle okudum. Bittiğinde hayal kırıklığına uğradım, çünkü takriben 100 sayfa tutarındaki açıklamalı notlar ve dizin kısmını metne dahil zannediyordum; aniden açıklamalar faslıyla karşılaşınca filmin yarısında sinemadan çıkmak zorunda kalmışım gibi homurdanmaktan kendimi alamadım.

Tamam, fazla idealize etmeleyim; kitabın iki kusuru var: İlki, açıklayıcı notların ait olduğu sayfanın altına konulması gerekirken uzun bir liste halinde (dedik ya, 100 sayfa) kitabın sonuna atılması. İkinci kusur bir bakıma affedilebilir: kitapta birkaç basit çizim dışında hiç resim, kroki, illüstrasyon, harita vesaire gibi metnin tadına tad katacak yardımcı unsurlar bulunmuyor. Halbuki internette gördüm; orijinal baskısında -üstelik renkli- görüntü malzemesi hayli bol. Herhalde kitabın maliyetini artırmamak için böyle bir yol tercih edilmişse de ikinci baskısında bu küçük kusurların düzeltilmesini bekliyoruz.

Yeri gelmişken üslûba dikkat çekmek çok yerinde olacak. Batı dünyasında özellikle popüler nitelikli kitapların dili ve üslubu fevkalade sürükleyici, eğlenceli, nükteli ve sanatkârâne nitelikler taşıyor. Yazmak eyleminin nasıl ciddiye alındığını, okul esnasında ve sonrasında iyi ve sağlam metinler kaleme alabilme kabiliyetinin nasıl endüstriyel boyutlara taşındığını tahmin edebiliyoruz. Bill Bryson, iyi yazarların istisnâsız hepsinde farkedilen, çetrefil bir meseleyi kıraathane ahalisine bütün sıcaklığı ile sirayet ettiren bir anlatım ustalığına ve kabiliyetine sahip. Bu noktada kitabı Türkçe'ye çeviren Handan Balkara hanımefendiye en az Bryson ve Boyner Yayınları kadar teşekkür etmemiz lâzımdır. Onun zevkle kendisini okutan akıcı ve "sehil" tercümesi olmasaydı, biz bu Türkçe güzelliğinin farkında olmayacaktık. Demek ki öteden beri zihnimde gezdirdiğim vehimde isâbet vardır ve Türkçe'nin en yakıcı problemlerinden biri de, -zahir- anadilini veya bildiğini varsaydığı yabancı lisanı iyi bilmediğinin farkında olmayan kötü çevirici takımının zehir-zıkkım Türkçesidir; bir yığın kelime leşi.

Handan Balkara'nın bu kitabın çevirisindeki Türkçesi, bana göre ödülü hak ediyor, ödül dağıtan kuruluşların dikkatini çekmek isterim.

Gelelim en mühim konuya: Kitabın konusu nedir? Adından pek belli olmuyor ama bu kitap dünya ve kainat hakkında her genel kültür sahibi insanın edindiği bilgilerin vaktiyle nasıl üretildiğini çok tatlı bir üsûpla hikâye ediyor. "Kozmosta Kaybolmak" adlı ilk bölümde Kozmogoni biliminin tarihine paralel olarak kainatın ve güneş sisteminin aslında algılanması ne kadar zor büyüklükte olduğu üzerinde duruluyor. İkinci bölümde Jeoloji tarihi eşliğinde Yerkürenin yapısı hikâye edilmiş. Üçüncü bölüm atom ve atomaltı parçacıklarına, sonraki bölüm yerin altında olup bitenlere dair. Beşinci bölüm kitabın en dikkatle ilgilendiğim kısmı çünkü Hayatı konu ediniyor. Son bölüm ise bir canlı türü olarak insanın başına gelenler.

Hemen farkedeceğiniz üzre kitap, üzerinde tartışmaya doyamadığımız Yaratılış, Evrim, İnsanın kökeni gibi meselerin tam ortasında duruyor. Yazar bu tehlikeli sularda ustaca gezinirken Yaratılış veya Evrim taraftarlığına hâcet görmeksizin -âdeta yorumu okuyucuya bırakmak istercesine- ilim adamlarının başına gelen şeylerin hikâyesi üzerinden ilmi bilgiyi anlaşılır hale getirerek insana "bilmek" zevkini tattırıyor. Bilmek gerçekten zevklidir çünkü bilgi refakatinde düşünmek ve zihni tartışmaya zorlamak en az bilmek kadar leziz bir eylemdir. Böylece okuyucu da kitapta anlatılan bilim hikâyelerinin bir parçası haline geliyor ve -bizde pek çok örnekte rastlandığı gibi- yazarın ukalâ bir edâ ile giriştiği ucuz filozofiye bulaşmak zorunda kalmıyor.

Ne demek istediğimi belki de kitabın ilk sayfasına konulan prolog nüktesinden anlamak mümkün. Aynen şöyle:

"Fizikçi Leo Szilard arkadaşı Hans Bethe'ye bir günlük tutmayı düşündüğünden bahsetmiş bir zamanlar: 'Yazdıklarımı yayınlamak niyetinde değilim. Gerçekleri yalnızca Tanrı'nın bilgisine sunmak için kaydedeceğim.' 'Sence Tanrı gerçekleri bilmiyor mu?' diye sormuş Bethe. 'Evet' demiş Szilard, 'Tanrı gerçekleri biliyor ama bu gerçeklerin yorumunu bilmiyor."

Kitapta farkedeceğiniz en kıymetli şey, bilim yoluyla üretilen bilginin ayrıca yoruma ihtiyaç gösterdiği ve yorum safhasının bilimsel bilgi üretmenin en dikkate değer ve en değerli safhası olduğudur. Bilim, usule uygun tarzda üretilmiş bilgi kullanır ama gerçekte ne olup bittiğini anlamak için daima -yanlışlanabilme ihtimâline kapısını sonuna kadar açık tutan- teoriler geliştirmek zorundayız. Kısacası bilinmeyenler dünyasında küçücük bilgi kırıntılarını insanca bir hamle ve gayretle yorumlayarak bütün hakkında kanaat sahibi olmaya çabalamaktayız.

AKLINIZDA BULUNSUN:

Hayatın temel maddeleri, sıradan bir eczanenin raflarında bulunan elementlerden oluşmaktadır.

Zamanın başlangıcından bu yana varolmuş milyarlarca farklı hayat türünün yüzde 99'u artık yoktur.

Halen taşıdığımız genler, bir başka insanın genleriyle yüzde 99.9 oranında benzerlik taşır ama genlerimizi depolayan kromozom hücresindeki gen zincirinin yüzde 97'sinin ne işe yaradığını bilim adamları hâlâ bilmiyorlar.

Güneş sisteminin çok küçültülmüş bir şemasını çizmeyi deneyelim: Yerküreyi bir bakla tanesi büyüklüğünde çizerseniz Jüpiter'i bu bakladan 300 metre, Plüton'u ise 2,5 kilometre uzaklığa yerleştirmeniz gerekecektir.

Eğer bütün DNA'larımızı ucuca koyabilseydik bu ince iplik takriben kırktan daha fazla sayıda, Ay'a gidip gelebilecekti.

(Hemen Herşeyin Kısa Tarihi'nden)


Kaynak (Arşiv)