Hele ateş etmeyin; bakalım Başbakan ne diyecek!
Başbakan'ın tâbiriyle Kürt meselesi, daha fazla demokratikleşme ile çözülebilecek bir karakter gösteriyor mu? "Demokratikleşme" tâbirinin iki ağzı da kesiyor; bu tâbiri benimsemek meselenin kavranmasını zorlaştırıyor; çünkü bu tâbir, onu icad edenler tarafından "siyasi talepler"i ifade maksadıyla kullanılıyor; Başbakan'ın bu kavramı kabullenmesi gariptir.
Güneydoğu dağlarında silahlı çetelerle güvenlik güçlerine meydan okuyanların, yollara mayın döşeyenlerin "demokratik taleb"i ne olabilir? Silahlı ve mayınlı şantajdır bunun adı. Nitekim terör çetesi yandaşları, Başbakan'ın ziyareti esnasında "silahların susturulması"ndan bahsedip durdular. "Hele ateş etmeyin, bakalım Başbakan ne diyecek?" tavrının anlamı açık. Teröristler, bölgede inisiyatifin kendi ellerinde olduğunu göstermek istiyorlar.
En büyük mesele, bölge ahalisi ile terör örgütünü birbirinden tefrik etmekte yatıyor. Devletin uyguladığı politikalar bugüne kadar böyle bir tefrike vâsıl olamadı. Başbakan'ın 3 ilâ 4 bin güvenlik mensubunun koruması altında Diyarbakır'a gitmiş olması dahi yeterince anlamlıdır.
Bir ayrıntı; TV muhabiri, esnaf teşekküllerinden biri adına konuşan işadamının görüşünü almakta: "Bölgede savaş..." lâfını ediyor. Bütün Türkiye'nin terör diye adlandırdığı bir olguya "savaş" adını koymak çok vahim bir siyâsi tutum. Savaş ateşkesle sona erer; ardından mütâreke, onun ardından "barış" anlaşması gelir. "Barış" da bilerek veya bilmeyerek çok kullanılan bir kelime haline geldi ve artık pek kimsenin dikkatini de çekmiyor. Açık konuşalım mı: Bu retoriği kabullenmek Türkiye'ye iyilik getirmez; barış, savaş, ateşkes gibi lâfları geveleyerek dağdaki teröristle hükümet arasında arabuluculuğa soyunanlara hiç yaramaz. Bu noktada dik durmak, açık konuşmak, anlaşılır olmak lâzım. Peki, iki gün önce Başbakan tarafından kabul edilen "aydınlar"ın ne dediğini hatırlayan var mı içimizde; aydınlar hükümete neyi tavsiye etti, Başbakan dün Diyarbakır'da ne konuştu? Adı üstünde aydın evvela vuzuhu fethedecek. Başbakan "Kürt meselesi hepimizin, bütün Türkiye'nin meselesidir" derken neyi söylemiş, hangi yeni fikri seslendirmiş oldu? Yuvarlak konuşup bir şey söylememek politikacılığın şanındandır ama bizim aydınlar, henüz hangi sofraya meze olduklarının farkında bile değiller.
Vuzuhu fethetmek! Bizde aydınlardan başka herkes vuzuhun nerede olduğunu biliyor ama taktik icabı kimse açık konuşmuyor. Aydınlar mâzurdur çünkü bizde aydın olmanın nâm ü nişânesi gri, sisli ve bulanık bir alanda durup peltemsi lâflar etmektir. Bizim aydın vuzuhtan korkar çünkü bir hamle sonrasında "ben zaten söylemiştim; aydın sorumluluğumu yerine getirmiştim" diyebilmek için açıklıktan uzak durmayı irsî bir kabiliyetle öğrenmiştir.
Güneydoğu'da terör kendiliğinden başlamadı: İlki ABD ile zoraki hemhudud olmamız, ikinci AB sürecinde tek boyutlu politikalara mahkum kalmamızdır. Bu raddeden sonra Güneydoğu'daki problemin tamamen "siyasi" bir amaca kilitlendiğini kimse görmezden gelemez. Geri kalmışlık, işsizlik gibi sebepler terörü tek başına izah etmiyor; bu maksatlar uğruna silaha sarılmanın samimiyet neresinde? Öyle olsaydı Orta Anadolu civarlarında da silahlı çetelerin zuhur edip, "iş verin, ateşkes yapalım" demesi gerekmez miydi? Türkiye Cumhuriyeti'nin en büyük yatırım projesi GAP'tan bahseden kimse yok; niçin, acaba şimdilerde "GAP zaten çantada keklik" mi addedilmektedir?
Söylenmesi gereken söz çok ama yer az: Başbakan'ın "aydınlar" toplantısının ardından Diyarbakır'a gidip toplu konut törenlerine katılması bana problem çözme inisiyatifini ele almaktan ziyade baskın bir erken seçime hazırlık intibaını verdi.
Bakalım yanılacak mıyım?