Hayvanlarla yüzleşebilecek yüzümüz var mı?
Hayvan dostu sayılmam; evimizde evcil hayvan olmadı hiç. Henüz dört yaşlarında iken kucağıma zorla tutuşturulan köpek yavrusunun uyandırdığı korku yüzünden yıllarca kekemelikle mücadele etmiş olmamın bu olguda hissesi var mı bilmiyorum.
Sonraki yıllarda kanarya, süs balığı gibi iki teşebbüsümüz kötü sonuçlanınca evde hayvan besleme işinin bize göre olmadığını fark ettik. Bırakınız köpekli evi, kedili evde bile rahat edemeyiz. Övünme kasdıyla söylemiyorum bunları; hayvan dostu değilim ama düşmanı da değilim elbette.
Evcil hayvanlar, şöyle böyle on bin yıl boyunca tarım ekonomisinin vazgeçilmezi oldular fakat şehirlerin kırdan kopuşu ile birlikte insanlar, ailenin dağılmasına mâni olamadıkları için yalnızlıklarını evlerinde hayvan bulundurarak telafi etme yoluna gittiler. Batılı toplumlarda kedi ve köpek cinsinden “Aile dostları”nın yokluğunu tahayyül etmeye kimselerin hayâl gücü yetişmez.
Ticaretin bir ağ gibi dünya pazarlarını birbirine bağlaması ve en geç bir hafta içinde dünyanın herhangi bir yerinden verilen siparişin adresine teslim edilebilmesi, evde barındırabilir hayvan cinslerinin aleyhine oldu. Büyük alışveriş merkezlerinde “pet shop” adı verilen hayvan satıcısı dükkânlar elbette dikkatinizi çekmiş olmalıdır. Kapatıldıkları kafesle birlikte bir ticari metâ olarak dükkân vitrininde mâsum bakışlarla alıcılarını seyreden hayvanları gördükçe her defasında onlardan birini satın alıp azâd etmek geçer içimden.
Azâd eski bir kelime; iki asır önce bu kelime bazı insanlar, yani köleler için kullanılırdı. Dünyanın en zâlim ve yırtıcı yaratığı sıfatını taşıyan cinsimiz için insanların köle edilmesi, kullanılması, alınıp satılması ve azâd edilmesi dünyanın en sıradan şeyi gibi görünüyordu. Bir buçuk asır kadar önce -ne olduysa- vicdânımız rikkate geldi, kölelik şeklen ve hukuken kaldırıldı ama dünyanın dört bir yanında fiilen devam edip gitmekte. (Bkz. Türkiye ve benzeri ülkelerde özel sektörde asgari ücretle işçi olmak!)
Bir hayvan satın alıp salıvermek problemi çözmüyor; bütün pet shop’lardaki hayvanları satın alıp tabiata salıvermek de öyle; çünkü o hayvanlar, tabiattaki rekabete dayanamayacak derecede tabii özelliklerini ve kabiliyetlerini kaybetmiş mahlûklar. Asıl vatanlarından ve tabii çevrelerinden koparılarak uluslararası ticaretin metâı edilen bu sevimli hayvanları esirgeyecek bir teşkilât yok. Hayvanseverlerin ve merhametli insanların sivil gayretleri ve didinmeleri yetmiyor. İnsanlarla hayvanların ortak hayatını sert kurallara bağlayacak yeni düzenlemeler gerek, daha doğrusu insan-hayvan ilişkilerinin temel felsefesi yeni baştan sorgulanmalı artık.
Artık kanıksadığımız, hattâ, “Bizim şehrimizde niçin yok?” diye hayıflanmaya kalkıştığımız hayvanat bahçelerini düşünelim; çevrelerinden ve tabii beslenme düzenlerinden koparılmış o hayvanları kapatıp sergilemek hakkını nereden alıyoruz ve bu uygulamanın -meselâ- eğitime katkısı nedir?
Süs hayvanı ticaretinin anlamı nedir peki; GSMH’yı yükseltmek mi, insanlara yeni istihdam imkânları sunmak, yalnızlara yeni avunma yolları tedarik etmek mi? Tarım hayvanlarının sınır ötesi yolculuklarında ince eleyip sık dokurken Türkiye’nin faunasına (Belli bir bölgede yaşayan hayvan türlerinin topluluğu) alışması neredeyse imkânsız hayvanları niçin ticarete konu ediyoruz?
Sokak hayvanları yüzlerce yıllık ayıbımızdır ve bu ayıp E. Amicis’in şâhitliğinden beri hâlâ devam edip gitmekte. Belediyelerle başıboş sokak hayvanlarını yüz yüze bırakmakla problemi çözmüş oluyor muyuz? Hayvanlar sokaklarda yaşamak için yaratılmamışlardır; sokak kedisi veya köpeği dediğimiz hayvanlar, neredeyse Türkiye’ye mahsus bir türdür dense yeridir. Bu ayıbın devam edegelmesinde bir vicdân hissemiz yok mudur?
Hayvan haklarını esirgeyen hukuki düzenlemeler güzel, çok iyi niyetli ama yetersiz. Daha dün denilebilecek bir yakın tarihe kadar yüzlerce hayvan neslini ortadan kaldıran evrensel tamahkârlığımızla uluslararası çapta ne zaman yüzleşebileceğiz?