Hayır, bölünmeyeceğiz*
Milliyetçilerin ağzına bölünmek fiili hiç yakışmıyor, “Memleketi yeniden fethederiz, dağa çıkarız; bu gaflet bizi bölünmeye götürüyor” yollu ekşimiş sözler, milliyetçi fikriyatın psikolojik seviyesini ve zihnî perişanlığını gösteriyor. Bölünmekten değil, aslında bölünme korkusunun nüzûl indirttiği bu hâletin kitlelere bulaşmasından korksak yeridir.
Milliyetçilik evvelâ milletin hukukunu savunmak demek; milliyetçilik, milletin tarihi, sosyolojik ve hatta mistik varlığına ve şahsiyetine iman etmek demek. Bölünme lâfları, millet mefhumunun varlığını inkâr, tâbir caizse küfürdür. Milletine inanmayan birinin gideceği yer devlet fetişizmi, nâm-ı diğer Faşizmdir o kadar.
Ne çabuk vazgeçiverdik milletimizin akl-ı selîminden, basiretinden? Bölünebilme lafızları, milletin basiretine yöneltilmiş pek düşkün mânâlar gizleyen bir güvensizlik alâmeti ve –Her kimse o düşman?- düşmana karşı zihni tırsaklık göstermek değil midir? Düşman -varsa eğer-, ancak sizin korkularınız ve inançsızlığınız kadar güçlüdür.
Tâ başından beri “millet” diye içini doldurduğumuz mefhumun içinde Kürtler yok muydu; ve Araplarımız ve Çerkezlerimiz ve Arnavutlarımız ve Gürcülerimiz ve Ermenilerimiz? Ne zaman ve kimdir ki o, sadece Türklerden müteşekkil bir millet resmi çizmiş olsun gökyüzüne? Böyle güdük, tekil ve hakikatinden sıyırılmış bir millet târifi ile nereden kalkıp nereye varırız ki? Yok öyle bir yer!
En büyük numaramız, kardeşlerini, akrabasını mutlu etmeyi beceremediğimizde kötü koku yayan unsurları kapı dışarı atmaktan mı ibâret? Bu nasıl bir hesap, nasıl bir yılgınlık? Bunlar nasıl bir tarih, nasıl bir sosyoloji okumaları ki en üfürük kriz ânında, “bölünmeye bölünürüz ama hudut nereden geçer bilemem” diye cıvık bedbinliklere, ucuz kasaba kabadayılıklarına kapılıveriyoruz?
Millet isek bölünmeyeceğiz; aksine, bu krizi aşıp büyüyeceğiz; eğer millet değilsek bizi bölünme de kurtarmaz. Türkiye'nin dirliğini bu haritada tutamazsak, hiçbir haritada ricati engelleyemeyiz. Bu kadarcık tâbiye bilginiz yok mu?
Hayır bölünmeyeceğiz, küçük korkularımızı dar hayalhânemizin dev aynalarında büyüterek heyula haline getirmeyeceğiz; milliyetçiler bile farkında olmayabilir ama biz bir milletiz; birbirimize bühtan etmeyelim.
Ve lütfen kimse, çok daha milli ve milliyetçi olduğunu isbata kalkışmasın; böyle şeylerin müdafaası hazindir. Müdafaa hâletine girdiniz mi, zaten bitmişsiniz demektir. Çorbanın baharatıdır o, tek başına bir işe yaramaz milliyetçilik; küçük ruhları karaya vurmaktan başka...
Bunları söylemek bile ayıp, özür dileyerek yazıyorum: Ben bu memleketin Kürtlerine, Ermenilerine, Gürcülerine, Türklerine, Çerkezlerine dağlar kadar güveniyorum. Benim millet tarifimin içinde Kürtler ve sair unsurlarımız olmazsa bundan hicâp duyarım; böyle bir millet ve milliyetçilik fikriyatından utanırım; zora girince bölmeye memur bir milliyetçilikten hayâ ederim.
Memleketi neresinden böleceğinizi hesab edeceğinize, cesaretiniz varsa oturup şu fersûdeleşmiş fikriyatınızı muayene ediniz! Bunca yıldan beri neresini onarmış, neyini takviye etmişsiniz? Bitiştirmekten ziyade bölmeye yarayışlı şu fikriyatı tahkim etmeden geçirdiğiniz nisbi saltanat yıllarının hesabını verebilecek misiniz? Emin değilim, aslında şu soruyu kavrayacağınızdan bile emin değilim.
Şu dar günde milliyetçi fikriyatın krize katkısı sadece üst perdeden tehdit ve bir adım sonra “bölünmeye gidiyoruz” feryadı mı olmalıydı? Nerede şu beğenmediğiniz içi boş açılım planına çöp tenekesini boylatacak çok daha iyi bir açılım projeleri? Milliyetçilik, çok daha iyi bir plân ortaya koyan bir siyasetin dili olmalıydı. Militan milliyetçiliği herkes yapabilir, fikri ve teorik manada milliyetçiliğe katkı yapmak ise herkesin kârı değil...
Ve bir şey daha biliyorum: Bir ülkeyi, milliyetçilerinden başka kimse bölemez!
*Bu yazı, bu sütunlarda 2009 Eylül'ünde yayımlandı ve gariptir, 30 yıllık bazı dostlukların sona ermesine yol açtı. Ne şahsiyat, ne de alacak-verecek dâvâsı; sadece fikrî ayrılıklar sebep oldu buna.
Yazının 6 yıl boyunca ‘buzluk'ta tazeliğini kaybetmeden durması, yazarın firâset ve zekâvetine değil, hafif tabirle ‘içtimai durgunluğumuza' bağlanmalı. Teorik tenkid ve tespitler işe yaramıyor; bir musibeti bizzat yaşamadıkça öğrenmiyoruz. Bu hazin tespitten hareketle şu cümleyi kurmazsam kendime karşı dürüst davranmamış olurum:
Milliyetçilik düşüncesinin temel varsayımı ‘millet'tir ve milliyetçiler milletin erdemli, basiretli bir topluluk olduğunu farz ederek dünyaya bakarlar.
İşte benim o noktada büyük tereddütlerim var; belki de bazı eski dostlar, bendeki bu iman eksikliğini tâ o günden fark etmiş olmakla isabetli bir teşhiste bulunmuşlardı.
Olsun; netice itibarıyla şairin dediğin gibi, “Hâlâ duruyor o rüyâ yerli yerinde”. Yerinde sayan bu satırların yazarı mıdır, yoksa eleştirmek cür'etinde bulunduğu topluluk mu; ona zaman karar versin!