Hayallerimi yıktın; benim âhımı aldın!
Yakın zamanlara kadar her meslekten ve meşrepten aylâkların alabildiğine mâsum, alabildiğine tehlikesiz ve bir o kadar faydasız bir zevki vardı: Türkiye'yi kurtarmak! Söz, genellikle "N'olacak bu memleketin hâli?" ile başlar, "sallayacaksın bunlardan üç"beş kişiyi bak nasıl düzeliyor işler" teşhisi ile biterdi. Siyaset sosyologları bu türden mâsum memleket kurtarma sohbetlerini "siyasîleşme" cümlesinden addettikleri için yargılanmamalıdır; hâriçten bakılırsa siyasî katılma'nın dikâlâsı gibi görünür. Doğrusu yakın zamanlara kadar hepimiz öyle sanıyorduk ama son hükümet komploları üç beş garibanın bir kıraathane köşesine çekilip memleket kurtarma rüyâsı görmelerini tuzla buz etti. 19 Şubat'ta patlak veren krizden beridir siyasî meselelerde gevezelik etmek, kabine kurmak, birbirine yakın partileri birleştirip seçimlerde ortalığın tozunu atmak neviinden su üstüne yazı yazma temrinleri realitenin sert dalgakıranlarında dağılıverip yerini tedirginlik verici bir sükûnete terk etti.
Yeni bir parti kurarak memleketi kurtarma fikr"i bikrinin sâdece Recai Güllapdan ve onun aziz kaarilerine mahsus safdilâne bir tasavvur olduğunu zannederdim; meğer İsmail Cem de gönlünde yıllardır aynı arslanı yatırır dururmuş. Türk siyaset hayatından çıkarılacak dersler göz önüne alındığında Sayın Cem, "başarısız bir parti kurmak için ne yapmalıdır" fikrinin bütün inceliklerine sırayla riayet edip köprüleri yakarak "vira bismillah" çekmiş bulunuyor. Demek ki daha öğrenilecek çok şey var; yaşayan görüyor. An'anevî siyaset üslûbunun ağır topları, "olacak iş değil, kat'iyyen tutmaz, ilk seçimde dağılır giderler" fetvâsı veredursun Sayın Cem ve onun beyin takımı, tâze bir heyecanla harıl harıl yeni parti programı ve tüzüğü yazmakla meşguller. Haydi hayırlısı!
Elli seneden beri sağla sol arasındaki yüzde 70'e 30 dengesini kıracak bir siyasî hareket; üstelik sosyal demokrat nitelikli olduğu daha ilk günden ilân edilmiş bir partiyle; üstelik basın ve siyaset dünyasının daima çatı katında oturmaya alışmış İsmail Cem, Ecevitler'e sadâkatinden başka şahsî parıltısına henüz şahit olmadığımız Hüsamettin Özkan ve IMF'nin "mutemed adamı" olmaktan ve ironik ismiyle "ulusal program"ı harfiyyen uygalamaktan öte siyasî kariyeri bulunmayan Kemal Derviş'le. Kemal Derviş'in istifa ettiği gün yaşananların Cumhuriyet tarihinde benzeri yok; hele Başbakan'ın aynı gün, "ben zaten istifa etmesini istememiştim" yollu açıklaması iyi değerlendirildiğine anlaşılacaktır ki Sayın Derviş'in kerâmeti kendinden menkûl mârifetlerden değildir. Pekâlâ, siyasetin ağır toplarından sâdır olan menfi tahlilleri de yabana atmayalım; böyle bir partinin muhtemel ilk seçimin ertesi sabahında esâmisi okunmayacağına göre, bu üç isim niçin göz göre göre boş havuza fiyakalı bir plonjonla dalmak için havada figür gösterip durmaktadırlar?
Cevabı el yordamıyla aramaya çalışalım; muhtemelen bir hafta boyunca yaşadıklarımız, bundan sonra gelişmesi beklenen hadiselerin neticesinden ziyade başlangıcıdır. Siyasî hayatımız üzerinde belirleyici ve yönlendirici olabilecek kertede güçlü olan odaklar statükonun zincirlerini henüz gevşetmiş bulunuyorlar. Statüko gevşetilmiş ve yeni hareketlenmelerin önü açılmıştır. Bundan sonra neler olabileceğini tahmin etmeye çalışırken olup"bitenlerin 19 Şubat kriziyle alâkalarını gözden kaçırmamak gerekiyor. 19 Şubat krizinde ekonomi yönetiminin temel araçları zilyedliğimizden çıkarılmış ve yarı"açık bir vesâyet yönetimine dönüşmüştü; bundan sonra vukûu muhtemel gelişmeler, yönetimin "daha doğrudan" karakterle millî eksenden uzaklaşması neticesi verirse şaşırmamak gerekecektir. Bir kısım medya kuruluşlarının Cem ve ekibine henüz kazanılmamış övgüler düzerken, Ecevit çiftini ve DSP'yi dudak uçuklatıcı cinsten bir değersizleştirme kampanyasına hararet vermesi de bir kenara kaydedilmelidir.
Bana göre İsmail Cem önderliğindeki yeni siyasî hareketliliğin "AB taraftarlığı" anafikrine yaslanıyormuş gibi görünmesi de yanıltıcı ve sonraki hamleleri setredici bir mâhiyet taşıyor. Bugün Türk kamuoyunda sağlıklı bir Avrupa Birliği tartışması yapılabilecek sâlim bir zihin vasatı bulunmuyor; bu zihin kirliliği bana göre bilerek ve isteyerek oluşturuldu. Dumanlı veya puslu havada siyasî manevra yönetmek daha kolaydır çünkü.
Önümüzdeki günler, olayların seyri ve ritmi bakımından hareketli geçeceğe benziyor; haber bültenlerini, insanda "haberdar oluyorum" lezzeti uyandıran bir şehvetle takib edeceğiz; konuşacak çok şeyimiz olacak. Konuşacağız, işin dedikodusu çenelerimizi yoracak ama görünen o ki, etkili olamayacak ve daima olduğu gibi yine seyirci kalacağız.
Bu hükümet, gelecek tasavvurlarımızı ve sıradan insanların Türkiye'yi kurtarma hayallerini dumura uğrattı; giderayak en büyük seyyiâtları budur!