Hatamı kabul ediyorum

"Bunca tarihi gerçek karşısında sen Bülent Ecevit olarak oturduğun yerden doğrul ve 'Vahdettin hain değildir' diye ifşaatta bulun! Hem de bunları Fethullah'ın gazetesine söyle!"

...

Yukarıdaki satırları herkesin erişebileceği ve okuyabileceği bir gazetede iktibas etmek, ahlâken yanlıştır. Bunu kabul ediyorum; yapmamam gerekirdi. Çünkü bir tabible hastası arasında cereyan eden özel mülakat, mahremiyet sınırları içinde kalmalıdır. "Doktora ayıp olmaz" diye bir halk sözü vardır. Dolayısıyla eğer bir hastanın, tedavi, teşhis veya terapi esnasında sadece doktoruna açtığı sırlar, ebediyyen orada kalmalıdır. Bu gibi beyanlar veya itiraflar basında veya mahkemelerde, hukuken tamamlanmış irade beyanı gibi kabul edilmezler, edilmemelidirler.

"Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu" diye öfkelenerek beni tutarsızlıkla suçlamakta haklısınız. O gün akşam yemeğinde mide fesadına uğradığı için geceyi sıkıntılı geçiren ve uykusunda karabasanlar görüp sabaha kadar sayıklayan birinin söylediklerini kaydedip yayınlamaktan farkı yok bu benim yaptığımın. Dürüstçe değil bir kere. Kim, sayıklamalarından ötürü sorumlu tutulup ayıplanabilir veya övülebilir ki?

Çok mahcubum; yapmamalıydım; ama dayanamadım. Öfkeme mağlub oldum. Ben kötü bir yazarım. Beni asla ilzam ve enterese etmemesine rağmen Basın Konseyi, yazının başındaki şu küçük alıntıyı yayınladığım için beni pinçik pinçik doğrayıp ananevi Basın Konseyi pikniğinde sacda kavurma yaparak cezalandırsa yeridir.

Bu benim yaptığım sadece doktorla hastası, avukatla müvekkil arasındaki mahremiyetin ihlâli mânâsına gelmiyor, sıradan insani ilişkileri sabote eden, insanın insana güvenmesini örseleyen bir mânâsı var.

Hayır, kendimi savunmayacağım: Yukarıdaki sözler gizli ve kanunsuz bir telefon dinleme operasyonu neticesinde elde edilmedi, bu sözleri söyleyen kişinin ağır ve bunalımlı uykusu esnasında yanı başına ses kayıt cihazı kullanılarak derlenmiş de değildir; tam aksine bu sözler, sahibi tarafından umuma açık bir gazetede, üstelik fikir veya yorum diye yayınlanmıştır; diye sorumluluğumdan kaçamam. Biliyorum, en hoşgörüsüz hakim bile yayın yoluyla görüş, fikir veya yorumda bulunan bir kişinin sözlerinden iktibasta bulunulmasını anlayışla karşılayacak, "basın dünyasında sırf alıntı yapılarak bir kişinin maddi ve manevi haklarına saldırıda bulunmak mümkün değildir; hakaret veya mahremiyeti ihlal fiilinin şartları oluşmamıştır" diyerek cürmümü yok sayacaktır. Bunu biliyor olmak beni ferahlatmıyor. Vicdanen müsterih değilim. Centilmenliğe aykırı davrandım; düşene vurmak basiretsizliğine kapıldım. Kanun nazarında aklanacağımı bilmek, kendimi affetmeme medâr olamaz.

Alıntı sözlerin kaynağı durumundaki şahıs bu durumda benim nazarımda mâsumdur, zirâ belli ki bu sözler, failin medeni haklarını bütün kemâliyle tasarruf edebildiği bir şuur halinde değil, bilakis aklî melekelerin kısmen iptale uğradığı bir yarı şuurluluk halinde sarf ettiği şeylerdir. Alıntıdaki sözlerin veya fikirlerin, hakâret veya tenkid imâlarının kıymeti yoktur. Velev ki birinin başına yoldan geçerken bir begonya saksısı düşmüş olsa, o kişinin içinde bulunduğu sersemlik hâletiyle yukarıya doğru bakıp, "ne kadar dikkatsiz ev hanımları var bu memlekette, balkon kenarına yerleştirdiği begonya saksılarını iyi raptetmeyi düşünmeyen bu gibi ev sahibelerine en derin saygılarımı sunuyorum" mânâsına gelen birtakım yakışıksız sözler ve serzenişler sarf etmesi, o kişiyi mes'ul kılmaz. Bu da bir nevi ızdırar hâlidir. Hoş karşılanmalı, duymazlıktan gelinmeli, eğer mümkünse kazaya uğrayan şahıs gölgelik bir yere çekilerek bilekleri ve şakakları kolonya ile oğularak bir bardak su içirilmeli ve en azından şuur haline avdet etmesi beklenmelidir.

Ben öyle yapmadım; herkes okusun diye alıntıyı yazımın başına koydum.

Çok utanıyorum, herkesten özür dilerim.


Kaynak (Arşiv)