Hastayı bi rahat bırak be doktor!

Daha düne kadar ‘cumhurbaşkanına hakaret', Halley kuyruklu yıldızı gibi arada-sırada görülen istasnai bir suç, daha doğrusu fantastik bir magazin haberiydi.

Bir yıl içinde bu suç türü cumhuriyet rekorunu kırdı. Niçin böyle olduğunu anlamak için kriminoloji tahsiline gerek yok. Toplumu keman yayı gibi gerip, insanları korkularından yakalayarak yönetmenin tipik ve tabii sonucu budur: Bağlılarınız size muhabbette uluorta tuhaf ilân-ı aşkta bulunacak kadar abartacaklardır işi; sevmeyenleriniz ise farkına bile varmadan ‘mutedil tenkid' çizgisini terk edip, hakaret kapsamına geçiverirler. Histerik bağlanışlar kadar, kontrolsüz hakaret nöbetleri de hesaba dahildir. Gerginlik politikası böyle bir şey. İtidal duygusunu öldürür; ‘insaf'ı sakat bırakır ve herkesi taraf olmaya zorlar.

TC Cumhurbaşkanlığı tartışılır, daha doğrusu su götürür bir makam oldu. O derece ki, biraz gündemden düşecek gibi olsa insanların ezberi bozuluyor, “Kaç saattir konuşmadı?” diye internet sayaçları kuruluyor. Gündemin baş kişisi olmak ona tarifsiz zevk veriyor; sınırsız hükmetmek arzusunun bir boyutu da bu; hep konuşulmak, müsbet veya menfi hep tartışmaların odağında olmak.

Kanun yapıcıların vatandaşa niçin hep şüpheli nazarla bakan metinler yazdığını daha iyi anlayabiliyorum; bizde kamu otoritesi, vatandaşını güvenilir bulmuyor da ondan: Adam yerine koyarsanız şımaracak, hareket alanı verirseniz mutlaka kötüye kullanacak, yorum hakkı tanırsanız illâ ki cozutacaktır. O yüzden biz Türkler, -afedersiniz, vatandaşa güvenmek ne kelime-, vatandaşın adı geçince alışkanlıkla eli kırbacına giden metinlerle yönetilmeyi kanıksamışızdır. Bunun tek istisnası belki de cumhurbaşkanına tanınan anayasal yetkilerdi ve ‘herhalde bu makama seçilen kişi, bu sembolik yetkileri köküne kadar kullanmayı aklından geçirmez' diye düşünmüş olabilirler. Fatal error!

Mesela başkomutanlık yetkisi bu türden bir komplimandır, keza bakanlar kuruluna başkanlık etmek de öyle. Merasim mangalarındaki fiyakalı ve görkemli askerleri hatırlayın; illâ ki ellerinde birer silah vardır ve bu silahlar genellikle demode ve illâ ki mermisizdir. Merasim mangaları tören unsurlarıdır çünkü; semboliktir ve yurt savunmasında hesaba katılmazlar!

“Giderek yükseltilmeye çalışılan bir siyasi krizin tam orta yerinde, anayasaya giriş dersine ne gerek var?” diye düşünürseniz darılırım. Bağlantı âşikârdır; halk dilinde ‘kabak gibi' diye teşbih olunan aksiyomatik bir alâka söz konusu. Seçim sonrası ortamında Cumhurbaşkanı faktörü işin içinde olmasa bütün aktörlerin davranışı daha farklı ve yapıcı olur, burası kesin. Afralı tafralı edalarla çekilen kırmızı çizgiler filan hep o gerginlik -ve ergenlik- siyasetinin etkileri. Benim iddiam şöyle: Sayın Erdoğan selefi Sayın Gül gibi tarafsız ve sâkin durmayı içine sindirebilse, koalisyon hükümeti bir gün içinde kurulur ve sistem tıkır tıkır işlemeye başlar. Parlamenter sistemin üstünlüğü de buradadır zaten. Bir süpermenin kahramanlığına gerek bırakmaksızın meclis iradesi temel kurumları yönlendirir ve çalıştırır; bu kadar basit. Gerginlik siyasetinin kötü hatıraları olmasa AKP de dahil şu dört siyasi parti, birer parlamenter kurum aktörü olarak anayasal rollerini yerine getirirler. Sayın Erdoğan, hemen her meselede krizi uyandırarak, Türkiye için ne kadar kaçınılmaz olduğunu hepimize döve döve öğretmek istiyor ve şu günlerde içinde bulunduğumuz en sahici kriz bence budur.

Sağolsun editörlerim aksi fikirde olmalı ki son yazımın başlığını, ‘hoca oruçlu galiba' diye değiştirince güzelim espri güme gitti. Aslı ‘Buhran pazarlama'ydı, yani ‘kriz imâlatı' ve işte tam da bu mânâya yönelikti. Kriz olmazsa Sayın Erdoğan kendisini işsiz hissediyor.

Hasta garanti kurtulur da önce, Sayın Erdoğan'ın konsültasyonundan sağ çıkmayı başarması lazım!


Kaynak (Arşiv)