-Haşa huzurunuzdan-bu ses nereden geliyor?

Hakan Şükür'ün Juventus'a gitmek yerine takımında kalması, bazı çevrelerde "hezimet"ten doğan bir infiale yol açtı; çocuğa hakaretin bini bir paraya gidiyor. Juventus'un 2. başkanı Moggi diye bir adamın, ne derece doğru olduğunu bilmediğimiz çirkin ve aşağılık beyanatını marifet gibi başlığa taşıyan gazete, Hakan'a yöneltilen "aklı fikri küçücük paralarda olan, paragöz ve karakteri çok zayıf" ithamını, gizlenemez bir intikam dürtüsüyle iktibas etmiş. Bu gibi hallerde "haşa huzurunuzdan" i'tizarı ile başlayarak anlatılması adet olan bir nükte vardır: Derler ki bir gün Nasreddin Hoca eşeği ile giderken değneği ile hayvanın başına vurmuş. Olacak bu ya, hayancağızın o esnada -haşa huzurunuzdan- yelleneceği tutuvermiş. Hoca rahmetli pek şaşmış bu işe; demiş ki, "İşe bak yahu; nereye vurdum, sesi nereden geldi?"

Bir profesyonelin emeğini en iyi şartlarda değerlendirmek arzusunu "paragözlük"le suçlamak, Protestan ahlakının yeni bir varyantı mı acaba? Galiba mesele sadece paradan ibaret değil; doğrudan Hakan Şükür'ün şahsiyeti, tavırları ve temsil ettiği şeylerle ilgili bir "karın ağrısı" olsa gerek. Doğrusu Hakan'ın Juventus'a gidip hem çok para kazanmasını, hem de başarılı olmasını isterdim. Aslında böyle bir kararı alkışlamak veya kınamak kimsenin üstüne vazife olmamalıdır; ama netice itibariyle bu aniden karın ağrısına tutuluveren "azap tabiatlı"ların halini gördükçe, Hakan'ın kararını alkışlayasım geliyor. Bence iyi oldu Hakan; "nereye vurdum, sesi nereden geldi?"

Bu arada, nice yüzyıldan beri yokluğunu hissederken, son zamanlarda vürûdu ile ıkına sıkına şerefyab olduğumuz beynelmilel filozof, diplomat, entelektüel, yazar, bestekar ve politikacımız da meseleye "va'z-ı yed" ederek Hakan Şükür'le dalga geçmek fırsatını sekitmemiş; filozofumuza göre Hakan cebi paralı, diskolardan çıkmayan, hiçbir ideal tanımayan, ilkeleri olmayan, sırf geçici başarılara, paraya ve şöhrete şartlanmış, dayanışma duygusu olmayan bir kitlenin temsilcisi imiş; böyle buyuruyor Zülküf!

Vay canına Hakan! Bunca fincancı katırını ürkütmek için şimdiye kadar gizliden gizliye ne işler çevirdin de haberimiz olmadı çok merak ediverdim birden!

Filozofumuz "elim değmişken şunları da pataklayıvereyim" diyerek Hakan meselesinden, vatanını çok sevdiğini ileri süren bir kısım "ülkücü"ye bulaşmayı da ihmal etmemiş; "hazret"in irşadatına göre bunlar "Hakanlardan daha tehlikeli" imişler. Yürekleri vatan sevgisinden kabardıkça hemen 8-10 Türk gencini yatırıp kesiyorlar veya üç-beş kişiyi katlediyorlarmış.

Benim "filozof" diye "ti"ye aldığıma bakmayınız; bu fikirlerin ve bu mentalitenin sahibi, bu memlekette cidden filozof muamelesi görüyor, köşe yazarlığı yapıyor, el üstünde tutuluyor. Bugüne kadar mezkûr zatın hangi marifetine binaen tervic edildiğine akıl erdiremezdim; zahir ki bu iltifat batnındaki Karakuş mantığına imiş.

Bir hafta önce eski bir eylemcinin polis tarafından yakalanmasından sonra, Bahçelievler katliamını bahane ederek, eski ülkücülere hakaret etmek yeniden moda oldu. Katliama lanet olsun; Cumhuriyet tarihimizin en büyük iç kavgasına şahit olan o 10 yıl boyunca binlerce insan katledildi. Şimdiki çakaralmaz eski tüfeklerin beyanına bakılacak olursa, o kabus dolu on yılın tek müsebbibi sanki ülkücüler imiş gibi bir mana çıkıyor: Bu naylon tüfeklere göre ülkücüler ortada hiçbir sebep yokken aniden içlerinde kabaran vatan sevgisi yüzünden silaha sarılarak günahsız insanları katletmeye, üniversiteleri işgal etmeye, banka soymaya, adam kaçırmaya, yol kesmeye, askere ve polise silah çekmeye başlamışlar. Bu esnada binlerce ülkücünün katledilmesi ise herhalde aynı mantığa göre eylem dönüşü silahlarını temizlerken "meslek kazası"na uğramaları ile izah edilir olsa olsa. İnsan sormadan edemiyor; o günlerde "devrimci" silahlı çeteler, kelebek koleksiyonu yapmakla mı meşgullerdi acaba?

Eski ülkücüleri müdafaa etmek üstüme vazife değil; ama ibretli bir "liberalizasyon" metamorfozuna uğrayarak medya şebekesinin "vana" mevkiilerinde tutunan "naylon tüfek"lerin, her vesile ile eski ülkücülere küfretmesi, onların derûnunda alakalı-alakasız her fırsatta deşiliveren bir iltihap yoğunluğuna işaret ediyor.

Bu nasıl iltihaptır ki yirmi senedir kurumadı gitti; sakın kana karışmış olmasın?


Kaynak (Arşiv)