Haramzadeler ve Başçalan kimdi?
Nuriye Akman dünkü Zaman’da, görevinden alınarak meslekten ihraç edilen eski İstanbul Mali Şube Müdürü Yakup Saygılı ile çok bilgilendirici bir mülakat yayımladı.
Tam metni Zaman web sayfasında yer alan bu konuşma 17-25 Aralık sürecinde gerçekte ne olup bittiğine dair bugüne kadar okuduğum en aydınlatıcı metin. Görevinden uzaklaştırılmasına rağmen henüz resmî sorguya maruz kalmayan Saygılı’nın söyledikleri, tabiatiyle sübjektif mahiyettedir fakat zihinlerdeki eksik parçaları tamamlaması bakımından önemli ve üzerinde durulması lâzım.
Dinleme kayıtları ardı ardına yayınlanırken kamuoyunun ilk tepkisi “Vay canına; neler oluyor?” merkezindeydi. Tapeler doğrudan veya dolaylı olarak hükümet mensuplarını hedef alıyordu ve “Bu önemli adamları, kimler dinleyebilir ki?” sorusunun en tabii cevabı “Elbette ki Emniyetçiler!” gibi görünüyordu. Saygılı, uzun mülakatında bunun teknik olarak mümkün olmadığını ileri sürüyor ve tapeleri duyar duymaz, “Eyvah, bu iş başımıza kalacak” endişesiyle Haramzadeler ve Başçalan adlı kullanıcılar hakkında suç duyurusunda bulunuyor. 15’ten fazla emniyetçinin şikâyetine savcılık takipsizlik kararı verilince şöyle tepki gösteriyor Saygılı: “Sen bunları bulamıyorsun diye ben hesap veriyorum. O yüzden Başçalan ve Haramzadeler’in kim oldukları bulunamadı. Ben yurtdışından yayının yapıldığına inanıyorum. Bilişim suçlarında çalıştığım için biliyorum.”
Gözden kaçan önemli ayrıntı Saygılı’ya göre Haramzadeler hesabında adli, Başçalan’da ise illegal nitelikte dinlemelerin yayınlanması. Oysaki ilgili kamuoyu, her iki hesabın birbirine çok yakın dava arkadaşları olduğunu düşünmüştü. Dinlemeleri merakla takip eden kamuoyunun bir başka ön düşüncesi ise şuydu: “Hükümet dershaneleri kapatmaya kalkışınca, Cemaat’e yakın emniyetçiler de dinleyip sakladıkları tapeleri sızdırarak hükümeti devirme bayrağı açtılar!”
Sekiz aydan beri hukuku rafa kaldıran ve giderek otoriter bir rejime dönüştüren curcunanın arkasında bu mantık yatıyor; hükümet de, çoğunun suç olduğunu bile bile gözünü karartarak sürdürdüğü cadı avını, bu varsayıma dayandırıyor. Peki, ya bu varsayım yanlışsa?.. Yani Saygılı’nın ileri sürdüğü gibi “Adına ne denirse densin; dış istihbarat-iç istihbarat, paralel- eşkenar dörtgen, devlet dışı bir birim, belki de dış devletlerden bir birim, devlet büyüklerimizin hepsini dinlemiş, devlet konularıyla ilgili kriptolu telefonlara güvenerek yapılan görüşmeler arasından sadece ve sadece pazarlık konusu yapabileceklerini yayınlamış”sa...
Bu ihtimâl doğru ise Saygılı’nın hükmü şudur: “O zaman benim iplerim sizin elinizde, istersem seni iç politikadan da dış politikadan da çıkarırım diyor bir güç. Ben bunu içeriden 3-5 polisin, 3-5 MİT’çinin yapabileceğine inanmıyorum şahsen. Daha büyük bir proje.”
Dinleme tekniği hakkında çoğumuz gibi câhilim, fakat 24 Şubat tarihli Başbakan’ın oğluyla konuşmalarını ve özellikle Dışişleri Bakanlığı’nın çok iyi korunan odasından sızan kayıtları dinlediğimde birilerinin sadece hükümete filan değil, doğrudan Türkiye’ye yönelik çok vahim bir operasyon yürüttüğü duygusuna kapılmıştım. Endişem şu varsayımla daha da büyüdü: Dinleyenler her kimse şüphesiz bundan daha fazlasına sahipler ve içinden ancak işe yarar gördükleri kısmını sızdırıyorlar; peki sızdırılmayan kayıtlarda devletin hangi mahrem işleri vardı?
Okuyucularıma, görüşmenin tam metnini Zaman web’den okumalarını tavsiye ederim. Saygılı’nın söyledikleri şu kanaatimi daha güçlendiriyor: Beceriksizlik ve ağır ihmâl sonucu devlet derin bir zaafiyet geçirmektedir ve bu zaafiyet sadece polis üzerinden cadı avı yürütmekle onarılacak boyutta değildir. Beceriksizliğin sorumluları, siyâseten hesap verme yolunu kapatmak için çok sınırlı ve sonuçsuz kalacağı şimdiden belli bir kamuflaj operasyonu yapıyorlar ve esasen dinleme skandallarının gerçek sorumlularını ortaya çıkaracak bilgi, kabiliyet ve istekten mahrum durumdalar.