Hamaset, yükselen sınıfların sesi

Dibe vurdukça milli sembolleri parlatmak, düşkünlük eseri; denizin bittiği yerde beceriksizler ya "dini" olanı sömürmek zorunda kalıyor ya da "milli"yi. "Bu ülke için seve seve" sloganı, reklam sektöründe çalışan birinin "bir nevi bir vatan hizmeti olarak" aklına gelen bir vatan kurtarma kampanyası imiş. İnsanın aklına "daha önceleri neredeydiniz" diye sormak geliyor.

Bu ülkede bazı şeyler konuşulamaz, anlatılamaz hale geldi; en dandik futbol müsabakasında bile maçtan önce İstiklâl Marşı okunmasının "mânâ ve ehemmiyeti" nedir yahu? Mahalli gazetelerde yayınlanan cami yaptırma derneklerinin olağan genel kurul ilanları hiç gözünüze çarpar mı bilmem; gündemin ilk maddesi nedense hep de "İstiklâl Marşı ve saygı duruşu"dur. Üç-beş mahalle emeklisi ve angaryadan usanmış bir hükümet komiseri dışında kimseyi ilgilendirmeyen, bazen bir odayı bile dolduramayan "genel kurul"da marş ve saygı duruşu! Yahu yapmayınız, bu İstiklâl Marşı vara yoğa okunur, seslendirilir bir nesne değildir. Alelade vesilelerle gündeme getirilmesi, onu en sonunda bir mizah unsuru yapar; "vatan, millet, Sakarya"yı nasıl çürüttüğümüzü unuttuk; şimdi sıra bayrak ve İstiklâl Marşı'nda. Bayrak basılı tişört giyinip gezmelere gitmek, kamyonun arka tamponuna "ey vatan sana feda canım" yazdırmak, "ya sev ya terk et" gibi abuklukları marifetmiş gibi dilde pelesenk etmek artık prim getirmiyor; çünkü kalmadı. Hamâseti de tükettik, milli olanı da. "Bu ülke için seve seve" çıkartmalarının elden ele gezdirildiği dakikaların nasıl da bir hamâset anına denk getirildiğini hatırlıyorsunuz değil mi? Milli Takım teknik direktörünün bile havsalasından geçmeyen müthiş bir oyunla Avusturya'ya beş çekmişiz ama aklım fikrim bu fırsattan istifade ile birilerinin neyi nasıl tüketilebileceğini hesaplamakta! İlk işporta tezgahı "Bu ülke için seve seve" ile açıldı (Sakıp Ağa'yı nasıl dolduruşa getirdiler onu çıkaramadım). Cebimizdeki paranın yarısı ile harcama yapacak, hiç olmazsa simit alacakmışız? What mean sir? Millete para harcamayı tavsiye edenler, aslında millete hakaret ettiklerini bilmiyorlar mı? Bu ne müthiş akıllar, ne zekâvetler?

Derken hamâset gecesinin diğer tezgâhı Milli Takım teknik direktörlüğü meselesi etrafında açıldı. Avrupa'nın en teneke grubundan çıkabildik diye neredeyse secde-i şükranlara yatıp, kendilerini ilâhi kayraya uğramış zanneden bir grup futbol esnafı, hamâsetten ötürü ekranlara vıcık vıcık yapışan bir ses tonuyla "Türk insanının neler yapabileceğini" anlatıp durdular. Son parsayı Şenol Hoca topladı. "Gidiyorum" veya "gittim" yerine "gidebilirim" diye kem küm edince, memlekette ne kadar vasata hayran varsa akılları yerinden oynadı. Nerdeyse "sen gidersen biz kendimizi intihar ederiz"e kadar vardırdılar sulu gözlüğü. Oysaki hocanın gidebilecek hiçbir yeri yoktu; çünkü bırakın uluslararası piyasayı, içerde bile rekabet gücü olmayan vasat bir teknik adamdı. Hâlâ da öyle. O bile şimdi karşımıza geçip, hamâset gecesinin bedelini istiyor "giderim ha" diyerekten; "gidersen git, hatta kapıyı da çekmeyi unutma" diyebilen yok pek. Bizde bayrak çekilip marş okunurken hazrola geçiliyor ya: Milli refleks!

Anlıyorsunuz; hamâset gündeme geldikçe kaybeden hep biz oluyoruz. Biz eskiden milli sembollerin "kaybeden sınıf"ları temsil ettiğini zannederdik; yanlış biliyormuşuz. Bu bana, evi soyup soğana çevirdikten sonra tam kaçacakken enseleneceğini anlayan "davetsiz misafir"in, ev sahibine "milli duyarlık ve sorumluluk" nutku çekmesini andırır bir komedi sahnesini hatırlatıyor. Yeter yahu, bırakın da bazı şeyleri daha zor günler için saklayabilelim!


Kaynak (Arşiv)