Haklarımızdan taviz vermeyelim!

Terörle mücadele etmek, dünyanın neresinde olursa olsun, zor iştir; bir şeyi yıkmak, bozmak, sakatlamak, aksatmak, engellemek veya birini öldürmek, korkutmak isteyen adamın işi, aynı şeyi yapmak, işler halde tutmak, fonksiyon görür halde muhafaza etmek isteyen birine göre hayli kolaydır.

Hele hele insan sağlığının veya vücut bütünlüğünün nasıl kolayca bozulabileceğini düşününüz: Bir insanı yaralayıp öldürmek, hasta etmek veya sakatlamak için paslı bir çivi, bir sıradan bıçak veya taş parçası (hatta bazen sadece kas gücü) bile yeter ama bozulan sağlığı iade etmek için tıp biliminin asırlardan beri ne kadar ağır ve pahalı bir süreçten geçmekte olduğunu hepimiz biliyoruz.

Bir vitrin camını kırmak için sıradan bir kırık tuğla parçası yeter ama aynı camı bir araya getirip eski haline dönüştürmek neredeyse imkânsızdır.

Yıkmak kolay, yapmak zor; öldürmek kolay, yaşatmak zor.

İşte terörist denilen yaratık türünün, kendinden daha güçlü bir kuvvetle başa çıkmak için sarıldığı çare de bu.

Terörle mücadele zor iştir demiştik; toplam nüfusa oranlandığında yüzbinde bir kadar bir sayı teşkil eden teröristler, geride kalan milyonların hayatını, hukukunu etkileyip baskı altına alarak amaçlarına ulaşmak istiyorlar.

Teröristlerle daha iyi mücadele etmek için bazı devlet ve hükümet mensuplarının yeni kanun düzenlemeleri talep etmeleri bana işte bunları hatırlattı. Güya güvenlik güçleri demekteymiş ki, "Halen yürürlükte olan bazı kanunlar teröristleri rahat takib etmemizi ve yakalamamızı engelliyor; bu kanunlar biraz gevşetilirse biz daha rahat hareket eder, suçluları yakalarız!"

Ne gibi meselâ?

Şu gibi: Özel şahsa ait kapalı mekanlarda arama yapmak, bir süre önce AB mevzuatına uyum çerçevesinde zorlaştırılmış, hâkim kararına, âcil hallerde ise savcının re'sen vereceği karara bağlanmıştı. Şimdi deniliyor ki, "Bu yetki, operasyon yapan polislere de verilsin."

Sırada otomobil aramaları da var; belki gözaltı sürelerinin uzatılması da kapsam içindedir. Yani anlamamız gereken şudur: Teröristleri daha kolay etkisiz hale getirmek için devlet bizden, sahip olduğumuz bazı haklarımızdan feragat etmemizi istiyor; halbuki medeni dünyada bu gibi haklar, şahsa bağlı, kolay kolay ihlâl edilemez bir nitelik taşıyor; hatta "medeni dünya ile henüz gelişmekte olan ülkeler" arasındaki en bariz farkı da işte bu şahsi haklar oluşturuyor.

Kim olursan ol; önemli veya önemsiz, zengin veya fakir; oturduğun evin içini aramak için emniyet güçleri mahkemeden izin almak zorundadır; bununla da kalmaz, aynı hak, arama esnasında nasıl davranılması gerektiğini de belirler. Aynı şekilde haberleşme, seyahat, bilgi edinme, yönetime katılma gibi temel hürriyetlerimiz, biz sıradan insanların devlete karşı kazandığı belki küçük ama önemli hakları teşkil ederler.

Şimdi bazı devlet memurları, ilk iş olarak bizim hareket sahamızı kısıtlamaya, haklarımızı elimizden geri almaya çalışıyorlar.

Başarabileceklerini zannetmem fakat gösterilen yaklaşım çok dikkat çekicidir:

Fareyi yakalayamıyorsun; o zaman farenin içinde bulunduğu yeri yıkmak veya ağır ateşte ağır ağır yakmak çözümdür fakat berbat bir çözümdür.

Şahsi hürriyetlerimizi ve haklarımızı daraltıp kuşa çevirerek terörle mücadele etmek, neticede teröristleri zevkten kendinden geçirecek bir çaresizlik çözümü değil midir?

Hayır, haklarımıza sahip çıkalım; onları kimsenin daraltıp budamasına izin vermeyelim çünkü giden hak, kolay kolay yerine gelmiyor.

*

Mademki hakları daraltarak, problem çözmek yolu açılmak isteniyor, ben de aklıma gelen ilginç kanun tekliflerini sıralayarak problem çözümüne katkıda bulunayım bari...

Meselâ meselâ...

Diyelim devlet, vatandaştan, esnaftan, tüccardan, işadamından doğru-düzgün vergi alamıyor; ne yapmak lâzım?

Kolay.

Yatırırsın adamı işkence masasına; kemiklerini teker teker kırar, tırnaklarını sökersin; yine de "vermiyorum" derse evvela kendinin, sonra aile yakınlarının, sonra bütün akrabalarının, olmazsa bütün tanıdık, komşu ve hısımlarının malını mülkünü haczedersin!

Bakalım bir daha vergi vermemezlik edebiliyor mu?

İki satırlık kanun değişikliğine bakar hepsi hepsi...

Mesela trafik kanunu! Bir kanunumuz var fakat trafik keşmekeşinin önünü alamıyoruz değil mi? Ne yapmak lâzım? Kolayı var. Trafik cezası işleyenin arabasına el koyar haraç-mezat açık artırmada satarsın; hem bir trafik suçu işleyemez, hem de hazineye gelir olur...

Diyelim adam zengin, bir araba daha alıp trafik suçu işledi; kolayı var; yatırırsın falakaya, ayakları patlayıncaya kadar pataklarsın, olmadı bazı kemiklerini kırarsın. Yine olmadı yolları kapatırsın, otomobil fabrikalarına top attırırsın, sigorta şirketleri açlığından ölür.

Nasıl fikir ama; durun bitmedi devamı var...

"Yeter, bu kadarı kâfi" dediğinizi duyar gibiyim.

*

Evet, bir toplumda kötü niyetlileri cezalandırmak için herkesin hayatını zehir etmeye, korku ve emniyetsizliği yaygınlaştırmaya gerek olmadığını hepimiz gibi devlet görevlileri de biliyorlar. Onlar problemi kendileri için en az emek ve enerji ile kestirmeden çözmek için işin kolayına kaçıyorlar.

Ee, üç aşağı-beş yukarı teröristler de öyle yapıyor.

Ama devlet nizamı ile terörist arasında bir fark olmalı değil midir? Nitekim aşağıdaki menkıbe de bu nüktenin altını çizmektedir.

*

Vaktiyle hükümdarın biri mahkûmların cezalarını yarı yarıya affetmiş fakat zindancıbaşının kafası karışmış. Ayı, yılı belli olan mahkumların cezalarını yarı yarıya indirmiş ama, müebbet hapislerin cezalarını nasıl yarıya indireceğine bir türlü karar verememiş. Öyle ya ölünceye kadar tutuklu birinin, kaç yaşında öleceğini nasıl bileceksin de hapis cezasını yarıya indireceksin? Meseleyi hükümdara arz etmiş, hükümdar da "çözse çözse Kadı Karakuş çözer" diye işi Karakuş'a havale etmiş.

Karakuş demiş ki zindancıbaşına:

-Düşündüğün şeye bak! Müebbet hapisleri bir gün serbest bırakır, bir gün hapsedersin olur biter!


Kaynak (Arşiv)