"Hakikatin kilosu kaça gidiyor Ali'm?"

Sonunda Reha Muhtar bile Türkiye'nin "tuhaf bir dönem"den geçtiğini fark ettiğine göre vaziyetimiz bu defa gerçekten "garib'ül-acib" demektir; ekranda "Sibel Can 27 saatten beri gözaltında tutuluyor." spotunun, trafik sinyal lambası gibi yanıp söndüğünü görünce benim de yüreğim ağzıma gelmedi desem yalan olur. Bu satırlar kaleme alınırken ünlü ses, sahne, dans ve show sanatçımız hala gözaltında idi; ama asıl siz bu satırları okurken mezkur kişinin nerede olduğu daha önemli; eğer hala salıverilmemişse, Türkiye'de sağduyu, akl-ı selim, basiret gibi müşterek ve makul değerlerin temsilcisi Reha Muhtar Bey'in tabiriyle Türkiye gerçekten tuhaf bir dönemden geçiyor demektir.

Türkiye'nin son günlerde biraz garipleştiğini fark etmek için Sibel Can gözaltına alınıncaya kadar beklemek, en hafif tabirle serinkanlılığın dikalasıdır; ne var ki biz neredeyse iki seneden beri garip şeylerin cereyan etmekte olduğunu biliyorduk; farkımız da burada zaten. Türkiye'de hayli mukavim cam balonlarla veya kompartımanlarla birbirinden ayrılmış birden fazla "Türkiye" yan yana yaşıyor; bu cam kompartımanlardan ses geçiyor, görüntü geçiyor; ama anlam geçmiyor. Her kompartıman kendi acısına tahammül ediyor, kendi sansasyonuyla sarsılıyor, kendi dünyasında yaşıyor ve komşu kompartımanları gamsızlıkla, hatta bir eğlence lezzetiyle seyrediyor. Bu gerçeği çok yadırgatıcı bulduğum için zikretmiyorum; ama çoğu kimse bu derece aşikar bir gerçeğin farkında değil gibi davranıyor, kim bilir belki de hakikaten farkında değiller. Aksi varid olsaydı, bir hiç veya kör bir inat uğruna çektiğimiz bunca gereksiz gerilimlerin içinde enerjimizi tüketmezdik.

Medya dünyası, kendi halkını, rating ölçümleri için evine cihaz yerleştirilmiş bin küsur ailenin eğilimlerini belirleyen basit ölçümlere bakarak tanımaya çalışıyor. İş dünyası daha aristokrat bir stili tercih ederek popülaritesi ile temayüz eden bazı ilim adamlarına dolar karşılığında rapor sipariş ederek el yordamıyla yol almak gayretinde. Devlet ise kendi halkını tanımak ve anlamaya çalışmak için ciddi bir cehd içinde görünmüyor; yüksek bürokratlar, bizim gibi sıradan insanların sırrına nüfuz edemediği bir sınıf dayanışması insiyakı ile "siyaset üretiyorlar". Boş gördüğü her kamu duvarına "Hayatta en hakiki mürşid ilimdir." vecizesini yazmaktan asla vazgeçmeyen devletlularımız, yönettikleri kitleyi tanımak ve anlamak için fal, önyargı, şüphe, sezgi, kesin inanç, ilham vb. gibi her vasıtayı saygıdeğer bulmakla birlikte "ilim"den kesinlikle uzak duruyor. Devletin ilme bakışı, dar sermayeli bir müteşebbisin varını yoğunu dekorasyon ve mefruşata harcamasına benziyor; "ilim sadece ve sadece okullar için gerekli bir şeydir; ama devlet, ilme itibar edilerek işletilemeyecek kadar ciddi bir cihazdır." diye düşünüyor olsalar gerek.

Aslında devletin halkını tanımak ve anlamak diye bir endişesi olduğunu zannetmiyorum; devlet sadece halkını, önceden belirlediği bir şablona uygun davranmaya, değişmeye veya değişmiş gibi görünmeye zorluyor. Halkı anlamak için aslında muazzam gayretlere hacet yok; sadece kompartıman değiştirmek ve empati kabiliyetini kullanarak cam kompartımanlardaki hayatı "içinden" seyretmek kafi ama niçin bunca zahmete girilsin; bu ülkede gerçeğin kilosu kaçtan gidiyor ki?

Sibel Can'ın birkaç geceyi emniyette geçirmesi bizim cam kompartımanımızdan böyle görünüyor. Birkaç saatte ihtişamdan sefalet derekesine inen bir şöhretin merak uyandırıcı dramı. O dünyayı bizim içerden bakışla tanıyıp anlamamıza imkan yok. Burada bütün kompartımanlar birbirinden haberdar ama tuhaf bir hassasiyetsizlikle yaşıyor. Aslında tuhaf olan Sibel Can'ın asayiş şubesinde gecelemesi değil; hepimiz nevi şahsına mahsus "müteferrika"larda gözaltındayız.

Bakalım Sayın Reha Muhtar bu "tuhaflığı" ne zaman fark edecek?


Kaynak (Arşiv)