Haberdar olmak; ama nasıl?
Günün yorgunluğu ile eve bitap düşüp "yurtta ve dünyada neler olup bitiyor bakalım" merakıyla haber bültenlerini didik didik etmek galiba ahir zamanlara mahsus bir kendini tahrip biçimi olsa gerek. Haber bağımlısı bir kitle olduk; ancak taze, daha taze, en taze haberleri öğrenerek teskin olabiliyoruz. Haberleşme araçlarının sayı ve teknik itibariyle artışını, gündelik haberlerle gitgide daha fazla "aşna fişne" oluşumuzu yargılamak bir yana yadırgamıyoruz bile. En son haberlerle bilgilendirilmeyi güç alameti sayar olduk. Halbuki çoğu zaman bedava, nadiren sudan ucuz bir maliyetle haber imparatorluklarının fakirhanelerimize kadar teşrif edip, "illa bizi seyredin; mutlaka bizi şereflendirin" diye yalvar-yakar olmasından ötürü pirelenmeli değil miydik?
Geçenlerde Mevlana Celaleddin Rumi'nin bir gazelinde geçen, "Can, haberdar olmaktan ibarettir" mısraının manası üzerinde yeniden düşünmek gereği hissettim; bu sözü daha önce bir başka yazıda modern haberleşme teorisi destekleyen bir çerçevede zikrettiğimi hatırladım. Mevlana'nın "haber"den muradı neydi acaba? Hazret, keşf bilgisi marifetiyle bugünleri ima ediyor olabilir miydi; paranoyanın, şizofreninin, ince kıyılmış komplo prospektüslerinin, abesin ve laubaliliğin bitip tükenmek bilmeyen tarrakalar halinde üzerimize boca edildiği, vahim derecede haber kirlenmesine maruz bırakıldığımız ve saçmalığın kesafetinde boğulmak üzere olduğumuz şu demlere atıfta bulunup da "can haberdar olmaktan ibarettir" diyebilir miydi? Böyle bir ihtimal varid olamayacağına göre hazretin "haber"den muradı ne idi; acaba ben anakronik bir yüklenme ile yirminci yüzyıla dair bir değeri Hazreti Mevlana'ya tasdik ettirme gafletine mi kapılmıştım?
Kusur bendeydi, şiirde geçen "haberdar olmak" fiilini yanlış yorumlamış ve günümüzde cari bulunan kitle haberleşmesini meşrulaştıran, taze haber ihtiyacımızı ibra eden bir mana kaydırmasına uğratmıştım; vakıa "haberdar olmak" fiili, aşikarane "haber"le ilgiliydi; ama hazret bir başka türlü "haber"i kasdediyor olmalıydı; cevap şu sualde gizliydi: Nasıl bir haber türü olmalıydı ki can bahşedebilsin?
Sorunun cevabı bendeydi; ama ben, o cevabı fark edebilecek zaviyede bulunmadığım için cevaptan haberdar olamamıştım: Hazret "eskimeyen haberler"den bahsediyor olmalıydı, insana en gerekli olan esas haberlerden. Öyle haber ki, ondan haberdar olanın yevmi haberlere asla ihtiyaç duymadan hayatını tanzim edebildiği cinsten bir bilgi bütünü.
Haber kavramına "ancak taze iken tüketilebilecek gündelik bir ihtiyaç" anlamını yüklemek, galiba nefsimize fark etmeden reva gördüğümüz zulümlerden birisidir. Biraz düşününce fark ediliyor ki asla eskimeyecek ve her an istifade edilebilecek haberler de vardır ve belki de kitle haberleşmesinin tarrakalı temposu biraz da eskimeyen haberlerin önemini gözlerden nihan etmek maksadına yönelmiştir. Eskimeyen haberlerden haberdar olanlar için taze haberler esasen malumdur. İsimler değişir, dekorlar, coğrafyalar, vesileler değişir; ama haberin özü saklı kalır ve aslında haberdar olmamız gereken yegane haber budur. Eskimeyen, yani ezeli ve ebedi tazeliğe sahip bu haber cinsinden haberdar olmamanın bedeli, tarrakalarıyla kıvransak bile, sırf taze olduğu için dimağımızda vahşi bir lezzet bırakan bu gündelik avuntuların rüzgarında avurdumuza tıkıştırılan taze trajedilerle semirip durmaktır. Hayır, "haberdar olmak" başka bir şeydir; insanlığın müşterek tecrübesiyle agah olmaktır bu, insanın hudutları hakkında bilgilenmek, "bir oyun ve eğlence" olarak tavsif edilen dünya hayatının kaidelerini öğrenmiş bulunmak ve belki de şairin (Muallim Feyzi),
"Başına ebna-yı cinsin gör neler gelmiş neler,
Tude tude bastığın topraklar insandır bugün"diye ibretlendiği bir mevkiiden hadiseleri seyretmektir.
"Nereden öğrenebiliriz böyle haberleri" diye sual edecek safdillerden iseniz size yarım-yamalak bir cevap vermekle iktifa edilecektir. "Herhalde kitle haberleşme vasıtalarından değil!"
Ve bir ipucu: Eskimeyen haberler, eskimeyen kaynaklardadır.