Ha Yemen'e asker, ha Irak'a kamyoncu...
İşsizliğin görünmeyen ama kanlı bir tırpan gibi sosyal bünyemizi biçtiği şu günlerde sefer başına birkaç yüz dolar kazanıp evlerine ekmek götürmek için kamyon şoförleri hayatlarını tehlikeye atıyor. Ortadoğu'da bir insanın hayatı çoğu zaman birkaç yüz dolar bile etmiyor.
Hep öyle olur; kamuoyunun ilgisini çekeceği düşünülen haberlere, gazeteci takımı da özel bir önem verir; ön sayfalara çıkarır, vurgulu manşet kullanır, detaylı bir haber metni hazırlatır, fotoğraflarla haberi zenginleştirir ve konuyla ilgili tarafların görüşlerini alarak meseleyi önemsediğini belli eder. Ne var ki olimpiyatlarda olduğu gibi kamuoyunun haber merakını tatmin etmekte de 'ilk'ler, yani birinciler şanslıdır; "müteakip" sınıfına girenler hatırlanmaz.
Bu açıdan bakılırsa kamuoyu dediğimiz mevhum güç zâlim, unutkan, iştahlı ve çeşni meraklısıdır: Zalimdir çünkü kendini haberin nesnesi olarak asla düşünmez; felakete uğrayan hep başkalarıdır. Unutkandır çünkü onun merakı birkaç günlük menzilin ötesine erişmez. İştahlıdır çünkü mütemadiyen beslenmek ister. Çeşni meraklısıdır çünkü kamuoyunda "fikr-i takib" denilen şey çok zayıftır ve mütemadiyen farklı haberler tüketmek ister.
Irak'ta öldürülen ilk Türk kamyoncusunun haberi hepimizi derinden sarsmıştı ama öldürülen kamyoncu sayısı arttıkça haberin tiraj değeri düştü ve iç sayfaların eteklerinde birkaç sütunluk kısa metinler haline dönüştü. Burada ahlâkî bir problem var ve bu problemin sorumluluğu hepimize ait. Kamuoyu haberle besleniyor ama değişiklik de istiyor; hatta felaket haberlerinde ölü ve zayiat miktarı arttıkça, 'haber alma iştahı'mız tatmine ulaşıyor. Sıradan şeyleri ise haber kabul etmiyoruz. Haber sektörünün zalimliği de burada zaten; meşhur meseldir, "bir adamı köpeğin ısırması haber değildir ama bir adamın köpeği ısırması haberdir" derler.
Geçenlerde bir mektup aldım; mektuptan ziyade bir yazı; "Ölü kamyonları unutmuşsunuz" başlığını taşıyordu ve önceki hafta Zaman'ın Turkuaz ekinde yayımlanan "Kamyoncunun dünyası" başlıklı yazıma açık telmihte bulunuyordu. O yazı, karayollarımızın çilekeş işçileri mevkiindeki kamyon şoförlerinin o pek az bilip tanıdığımız dünyalarına dışarıdanbakar mahiyetteydi. Hasan Mahir isimli okuyucunun yazdıkları ise "meselenin bir de bu tarafını görseniz" yollu bir ikaz anlamı taşıyordu. Yazının bütünlüğünü bozmamak için olduğu gibi yayımlamaya karar verdim çünkü çerçeve içinde okuyacağınız bu metin, o "zâlim, unutkan, iştahlı ve çeşni meraklısı" tabiatımızı nazik fiskelerle inciten güzel bir yazı.
İşsizliğin görünmeyen ama kanlı bir tırpan gibi sosyal bünyemizi biçtiği şu günlerde sefer başına birkaç yüz dolar kazanıp evlerine ekmek götürmek için hayatlarını tehlikeye atan kamyon şoförlerinin, öyle fazlaca meraka layık bulunmayan hikayelerinin ayrıntısına girebilmek imkânımız yok; bundan yüz sene önce Yemen'e asker götüren vapurları ve trenleri nasıl uğurluyorsak, yakınları da o şoförleri öyle uğurluyor. Ne yazık ki dünyanın Ortadoğu diye bilinen mıntıkasında bir insanın hayatı çoğu zaman birkaç yüz dolar bile etmiyor.
Sebep olanlar utansın.
ÖLÜ KAMYONLAR ÜLKESİ
Kamyonlar, sıra sıra kamyonlar. Kamyonlar kırmızı, yeşil, mavi, sarı sarı kamyonlar. Kamyonlar, mazot taşıyan kamyonlar. Kamyonlar ekmek taşıyan kamyonlar. Kamyonlar umut taşıyan kamyonlar. Al yazmalı kamyonlar, al sancaklı kamyonlar, al kanlı kamyonlar. Bile bile, ölümün kollarına kendini bırakan kamyonlar.
Çocukların masum gözlerine bakıp boyunlarını büken kamyonlar. Çaresizlikten duvar diplerinde tütün üstüne tütün saran kamyonlar. Kapıları çalınınca, böğründeki elleri, usulca yana düşen kamyonlar.
Kamyonlar; gidene umut, dönene huzur, ölene tabut. Kamyonlar virajlı yolları, döne döne, yokuşları ağır ağır çıkıp, düz yollarda birbirine çalım atan kamyonlar. Gecenin karanlığını, hilalin ışığında yaran kamyonlar. Bile bile ölümle lades tutan kamyonlar.
Teyplerinde; Ferdi Tayfur, Orhan Gencebay, Müslüm Gürses kasetleri çalan kamyonlar. Antepli, Nizipli, Urfalı, Viranşehirli, Kızıltepeli, Mardinli, Cizreli, Şırnaklı, Silopili, Haburlu kamyonlar.
Hepsi gecenin karanlığında yolara dizilmişler peş peşe. Bağdat'a, Kerkük'e, Süleymaniye'ye, Felluce'ye..., ülkemden selam götürüyorlar. Özgürlük hikayesi ile avutulan savaş çocuklarına mama götürüyorlar. İlaç götürüyorlar zulüm hastalığını tedavi etmek için. Herkesin kaçtığı cehenneme bir bardak su götürüyorlar yürekler ferahlasın diye.
Dönerken tankerlerine; uğruna dünyanın ateşe verildiği petrolden dolduruyorlar. Biraz Ebu Hanife'den, biraz Hz. Hüseyin'den, biraz Hz. Ali'den feyiz alıyorlar. Ve Kerbela'nın hüznünü yaşıyorlar bir vefasız kurşunla.
Kamyonlar, bizim kamyonlarımız, vurulurken Bağdat'ın caddelerinde, Bağdat Caddesi'nde koca koca adamlar körpe kızlara vuruluyor. Yıkılırken Anadolu'nun virane şehirlerinde, köylerinde evler, harabeler üzerine siyasi kondular kuruluyor. Sönerken bir bir ocaklar, ampuller AB kapısında yanıp yanıp sönüyor.
Kamyonlar yanıyor, kamyonlar vuruluyor, fakirliğimizle, fukaralığımızla, sahipsizliğimizle kalıyoruz öylece orta yerde.
Önce, kamyon hikayeleri flaşlı cümlelerle geldi ekrana. Gazete manşetlerine en önemli haber olarak girdi. Azar azar içimize sindirdik. Sonra izlemedik, okumadık; televizyonlarda ara haber bültenlerinin sonuna sıkıştırıldı. Gazeteler manşetlerden alıp üçüncü sayfa haberlerinin arasına yerleştirdi.
Haberler sıradanlaştı, görüntüler sıradanlaştı, ölü kamyonlar sıradanlaştı. En kötüsünü yaptık, "biz sıradanlaştık".
Yıllarca "Bir Türk dünyaya bedeldir" yalanı ile kandırmışlar bizi. İki Fransız gazeteci için bütün ülkesi ayağa kalktı. En üst düzeyden devreye girdiler. Onlarca kamyonun yüreğine kurşun sıkıldı. Eğer bir Türk dünyaya bedel olsaydı şimdi onlarca dünya yıkılmış, milyonlarca dünya ayağa kalkmış olurdu.
Kamyonlar şimdi çaresiz, bile bile yenileri yola düşecek. Sıra sıra ölüme yürüyecekler Bağdat'a. Kimse farkına varmadan, kimsenin umurunda olmadan, şanslarını deneyecekler. Kim bilir belki eve ekmek gelecek, kamyonun taksiti ödenecek, çocuklara defter kitap alınacak.
Neyin günahı bilmem bu perişanlığımız; kimin vebalini çekiyoruz?
Çıkın pencerelere çocuklar çıkın; el sallayın kamyonlara. Son bir defa korna sesi duyun. Son bir defa "baba" deyin doya doya. Gün ayrılık günü, vakit helalleşme vakti.
Kamyonlar; al yazmalı kamyonlar, al sancaklı kamyonlar, al kanlı kamyonlar. Kamyonlar; gidene umut, dönene huzur, ölene tabut, kamyonlar.
Hasan Mahir