Ha gayret çocuklar!..

Doğru oturup doğru konuşalım; artık bıktık; bu karşılıklı restleşmelerden, beş benzemezle blöfleşmelerden, güdümlü siyasetten, yarıya kadar dolu bir bardağı masaya koyup günlerce sürdürülen "boş-dolu" polemiklerine katlanmaktan, her defasında "cambaza bak!" numaralarına yenik düşmekten, "ardniyet"teki incelikten bile mahrum kaba-saba niyetliliklerden, ucuz kışkırtmalardan, akılsızlıktan, siyasetsizlikten bıktık. Kaç günden beri endişeden yüreğimiz ağzımızda pis fitnelerin üfürülmesinden usandık. İtidalli davranmaktan, sağduyuyu yitirmemeye çabalamaktan, basiret çizgisinden inhiraf etmemeye çalışmaktan yorulduk.

Cevabını lütfen düşünerek vermeye çalışalım: Bu kadarına layık mıyız?

İş o raddeye geldi ki, "haklı-haksız" tefrikinde bulunmanın manası kalmadı; soluduğumuz havadaki hınç habbecikleri her sağlıklı ciğeri iflas noktasına getirdi. Bir tarafta hukuk libasına bürünmüş bir inat, diğer tarafta saklamak lüzumu bile hissedilmeyen, derinliği sezilemeyen bir kin; bir tarafta yalama olmuş cesaret gösterileri, bir tarafta meşrulaştırılmış korkunun yarattığı dehşet; bir tarafta dirayetsizlik, diğerinde "güc"ün öfkeye bürünmüş kuvvet gösterisi. Biz bu belalı denklemin neresindeyiz?

Kitapların doğrusu, reelpolitiğin manidar beden dili karşısında kem-küm ediyor. Hakikat duygusunu siyasileştirmenin ağır bedelini taksit taksit ödüyoruz. Hakikat'in, doğru'nun, gerçeğin kıymet-i harbiyesi çöp mesabesine düştü; akılsızlığa bu kadar revaç vermenin diyeti ağır; baştan ayağa abese bulandık. Artık her şey doğrudur ve her şey yanlıştır; güzelle çirkin, faydalıyla zararlı, sevgiyle buğz, şefkatle gaddarlık birbirini ikame edebilir oynak değerler derekesine düşmüştür.

Hangi hadiseyi, hangi kritere göre yorumlayacaksınız? Sağduyu "ölçü"yle korunur. Ölçü kalmadı; ölçünün izzetini izmihlale uğrattık. Kırmızı görmüş boğaların tozu dumana kattığı arenada fikr-i selimin lafı olmaz. İlim diye bir değer var, has ismini "bilim"le değiştireliberi ilim, bizim için "mürşid" olmaktan çıktı; keyfi, laçka, izafi bir statü işaretinden ibaret kaldı. İlim de ölçü kullanır; hangi ölçü? İlim, itibarla neşv ü nema bulur; ilmin bir "kapatma" ölçüsünde revaç bulduğu bir zihni iklimde ilmin hakemliğine sığınacak yüzümüz kalmadı; ne yapacağız?


İlkokul çağındaki sabi sıbyanın okulun önündeki sokağa dökülüp, anayasanın temel nitelikleri hakkında koro halinde görüş izhar ettiği bir memlekette kantarın topuzu kırılmıştır; bu noktaya geldikten sonra kimin ne söylediği, kimin haklı, kimin haksız olduğunu tartmak manasızdır. Çocuklar, "Türkiye laiktir, laik kalacak!" diye haykırıyorlar; doğrusu akıllara durgunluk verecek bir hassasiyet örneği; ama Türkçe ifade edildiğinde meselenin garipliği anlaşılmıyor; İngilizceye tercüme edip, hadiseyi -mesela Reuter Ajansı'na- haber olarak geçen bir muhabirin kaleminden okuduğunuzu düşünün; fark edebildiniz mi?

Ah çocuklar, hangi niyetle söylediğinizi elbette bilemem; ama sloganınıza küçük bir düzeltme ile benim de iştirak etmeme izin veriniz: "Türkiye laik olmalı ve laik kalmalıdır." diye sizlere katılsam beni yadırgar mısınız? Henüz bilemezsiniz ki debelendikçe battığımız şu saçmalıkların ilacı, sizin haykırdığınız değil, benim fısıldadığım cümlede yatıyor.

Ah çocuklar, Türkiye hiç laik olmadı ki, "...dır" ekiyle biten hüküm cümleleri kuruyorsunuz? Türkiye gerçekten laik olsaydı, en azından o akli seviyede tutunmak için mücadele etmeye, didinmeye değerdi. Biz başından beri, laiklik adı altında laikliğe devekuşunun deveye benzediği nisbette benzeyen bir garip uygulamanın zebunu olduk. Şimdi devekuşuna deve muamelesi reva görmenin abesiyle boğuşmaya mahkumuz.

Bir şey anlamadınız değil mi? Üzülmeyin, size öğretenler de bir şey bilmiyor zaten; ümit ederim ki büyüdüğünüzde Türkiye gerçekten laik olur ve hiç değilse siz saçmalıklarda bunalmaktan kurtulursunuz.

Yazımı "İnşaallah"la bitirmenin mahzuru var mı çocuklar?


Kaynak (Arşiv)