Güzellik ahlâkı
Güzellik teraziye gelmez bir şeydir; "şey"dir çünkü biz şey kavramını uygun isim bulmakta zorlandığımız her yerde kullanırız. Şey, yani ne: Duygu mu, ölçü mü, kriter mi, vâkıa mı? Ucu gelmez suallerle estetik nazariyatçıları uğraşadursunlar biz avâmîler hep güzelliği arar, güzelliğe meylederiz; bu kesindir.
Geçenlerde Sivas'ı ilk defa ziyaret eden bir arkadaşa şehri gezdiriyordum. Yolumuz eski bir mezar taşının civarından geçti. Üstünde ne bir yazı, ne bir nakış; dümdüz, sadece çekiçle düzeltilmiş bir taş. En azından bir asırlık olmalı ki yıllar üzerinde pas tutmuş; küf müdür, mantar mıdır bilemeyeceğim tortular bu köhne mezar taşını kiremit kırmızısından grinin beyazla kolkola girdiği renk ıskalasının kucakladığı bütün pastel tonlarla nasıl da tezyin etmiş; hâsılı bir resim tualine akıl almaz bir denge hesabıyla dağıtılmış renk lekeleri gibi seyre sezâ bir güzellik. Karacaoğlan'ın çeşme başında uğrun uğrun Türkmen gelini süzmesi gibi başladık mezar taşı seyrine... Evet, tabii olan, tabiatinı muhafaza eden güzel. Renk estetiği açısından tabiatta çirkinlik bulamayanlardanım; belki de renk zevkimizi gizliden gizliye "tabii olan" düzenliyor ve bizler belki de sanat eğitimi denilen süreç sonunda bu hassayı dejenere ediyoruz.
Mezar taşı, soda şişesi?
Buna benzer bir hadise daha zikretmek istiyorum. Evde yemek masasının etrafında maaile oturmuşuz; nerden aklıma geldi bilmem, soda şişesi dikkatimi çekti: Nerede ise iri bir avuca sığacak kadar minyon, yuvarlak hatlı, yeşil renkli, içindeki tüketilince atılmak üzere tasarlanmış türden bir şişe. Oğluma dedim ki, "Baksana ne kadar güzel bir şişe bu, daha önce niçin farkedemedim gariptir. Sen de güzel buluyor musun?" Oğlum bu zamansız dikkate şaştı; ona göre sıradan bir şişeydi ve dikkat çekici bir çizgiye de sahip değildi; acaba neyini güzel bulmuştum? Seri tüketim için hazırlanmış bir ambalaj formu, belki de bir güzellik nesnesi olarak onun dikkatinin dışına düşüyordu.
Güzelliği inşâ esnasında öğrenmek
Netice itibariyle ayrı kuşaklara mensuptuk. Bizim kuşak, sanayi inkılâbından önceki toplum ve tüketim âhengini kıyısından, köşesinden de olsa tanımak ve paylaşmak şansını bulabilmişti. Sokaklarında biteviye asfalt kaplama yerine birbirine benzemez taşların döşeli olduğu eski zaman mahallelerinde doğup büyümüştük. Tükenmez kalemin yaygınlaştığı günleri hatırlayabilen, naylon denilen maddeyle ömrünün bir yerinde ilk defa karşılaşan, mahalle fırınında pişen ev ekmeği yiyerek yetişen bir nesildik. Analarımız çamaşır gününün akşamında insanlıktan çıkar, birer meyyiti müteharrik hâline bürünürlerdi. Yamalık denilen şey düşkünlük değil tutumluluk alâmetiydi. Oyuncaklarımızı biz imâl eder, oyunlarımızı kendi muhayyilemizle zenginleştirirdik. Gece olduğunda bir odayı zar zor aydınlatabilen elektrik ampülleri ve bazen iki günde bir ahşap evleri temelden zangırdatarak geçip giden motorlu vasıtalar hariç tutulursa yaşadığımız muhit, son ikiüç asırdan beri pek az değişikliğe uğramıştı ve belki de bu yüzden biz, eşyâya başka bir nazarla bakabilmeyi öğrenmiştik; hiç şüphesiz ki bu farklı nazar, farklı bir güzellik anlayışı inşâ etmişti bizlerde. Güzellik, takdirimize sunulan bir tercihler demeti olmaktan ziyade eşyâyı tasarruf edebilme kabiliyetini henüz tamamen yitirmediğimiz için inşâsına bizim de katılabildiğimiz bir kavramdı. Genç kızlar, büluğ çağından çok önce kendi elceğizleriyle "cihaz" hazırlamaya başlarlar, kanaviçe işlerler, örgü örerler, dantel işlerler ve en azından tamirat yapacak ölçüde terzilik bilirlerdi. Çocuklara gelince her yağmur ertesinde sokaklardan akıp giden küçük sel akıntılarına çer çöp ile baraj kurar, pancar kökünden kağnı, konserve kutusundan "eneke", ağaç dalından okyay, kilden bilye yapabilirlerdi.
Köpek leşinin dişlerinde
farkedilen
Eşyaya ve maddeye nüfuz etmek, ikinci adımda form ve güzellik endişesini de davet etmek zorundadır. Kil çamurunu yoğuran çocuk bir estetik problemiyle yüzyüzedir; kezâ ahşaba vurulan her keser darbesi, mutfak rafına dizilen tabakçanağın sırası, hattâ soğuk havalarda pencere kasalarına çirişle yapıştırılan kraft kağıt şeritlerinin duruşu bile güzellikle alâkalı bir tasarruftur: Şâkule uygun, pürüzsüz ve dalgasız bir kireç işçiliği ile sıvanmış bir duvarın güzelliğini kime, nasıl anlatabilirsiniz? Bu nükteyi en iyi söyleyen örnek hiç şüphesiz iki cihan serveri Efendimiz'in altını çizdiği hâdisedir ve hâdise mâlumdur. Ashabıyla yürümekte olan Efendimiz yol kenarında bir köpek leşi görür. Ashâb, leşten yayılan kötü koku ve kerih görüntü sebebiyle uzaktan geçmeye yeltenirken Efendimiz yanındakilere,
Bakınız der, şu köpeğin dişlerindeki güzelliğe dikkat ettiniz mi?
Prefabrike güzellikler dünyasında
Bu, artık yeniden ele geçirilmesi hayli müşkül, eski bir güzellik anlayışının tarif edilebilir esaslarını izah gayretinden ibarettir; artık eşyâya ve maddeye eskisi ölçüsünde nüfuz edebilme imkânımız kalmadı zira güzellik tercihlerimiz tüketim "katalog"larıyla sınırlıdır ve güzellik, ticâri kazanç haline çevrilmesi mümkün olan tüketim metâı haline gelmiştir. Düne göre daha az seçebilme imkânına sahibiz çünkü reklâmcılık sektörü estetik tercihlerimizi biçimlendirmek için olanca gücüyle muhayyilemizi bombardıman ediyor.
Güzellik anlayışları devirden devire değişir fakat güzelliğin bir başka şeyle yer değiştirme ihtimâline karşı uyanık bulunsak gerektir. Güzeli seçmek, tanımak ve bilmek dünün an'anevi (konvansiyonel) dünyasında daha kolaydı; değişimi farketmek ve izlemek bugüne nazaran daha çok mümkündü. Dünün güzellik kriterleri, onu kullanmasını bilenler için hâlâ geçerli ne var ki yeni kuşaklar herşeyiyle prefabrike edilmiş, sanayi tesislerinde standart kalıplara göre üretilmiş bir çevrede yaşamak zorunda oldukları için daha çok emek, bilgi ve dikkat harcamak zorundadırlar.
"Hüsni muhafaza" ile cihad olur mu?
Bir insan olarak kendi dışımızdaki insanlara ve yakın muhitimize nasıl hayırhah olabiliriz sualinin cevabını düşünürken farkediverdim ki en büyük hayırhahlık, güzelliği muhafaza etmek (hüsni muhafaza) ve çoğaltmaktan ibarettir. Güzelliğin kapsamı ve râyici değişebilir ama güzellik hissinin muhafazası ve yaygınlaştırılması pekâlâ ahlâkî bir tutum ve ödevdir. Bu mânasıyla güzel, bir estetik kavramı olmaktan çıkar, iyi, faydalı, zararsız, câri, hayra yönelten, gayesine ve tabiatına itaatkâr, inşâsı zulm derecesinde abartılmamış bir çehreye bürünerek içtimai, ahlâkî hatta dinî bir nitelik kazanır. İsraf çirkindir, güzelin zıddıdır; hak ihlâli, âmmeye zarar vermek, gönül incitmek, ihtiyacın sınırlarını aşmak, kendi tabiatına aykırı bir hale yönelmek de çirkindir. Bu kriterleri sözden nağmeye, binadan şiire, yemekten mobilyaya, felsefeden modaya kadar insan eliyle üretilmiş herşeye tatbik etmek mümkün. Güzel olanı farketmek anlık bir şuur parlaması ise onu hüsni muhafaza etmek bir mânâda "cihad"dır.