Güzel haber: Alevi-Sünni yakınlaşması artıyor
Mezhep ayrımı dünyanın her yerinde problemlidir ve farklı inançlar arasında hoşgörü inşası her yerde uzun gayret ve emek gerektirmiştir. Bu konuda dünyaya örneklik iddiasında bulunan Batı Avrupa'da dinî hoşgörü, uzun çatışma yıllarından sonra mümkün olabildi; zorluk, meselenin tabiatında yatıyor. Başka inançlara saygılı olmak fedakârlıktır ve insanın basit içgüdülerini aşmasını gerektirir.
Yakın zamanlara kadar Alevilik'ten veya bir Alevi'den bahsederken sağımızı solumuzu kolaçan eder, etrafta bir Alevi olup olmadığına dikkat ederdik; niçin böyle bir tedbire başvurmak lüzumu hissettiğimizi sorgulamalıyız: Acaba bir Alevi'yi incitmekten mi çekiniyorduk, acaba Aleviler'in duymaması gereken bir sır mı paylaşacaktık, yoksa "etrafta düşman yok, dostlar var" neviinden bir iç rahatlaması peşinde miydik? Sebebi ne olursa olsun, hoş bir davranış değildi ve Alevi kelimesinin telaffuzundan bu derece çekinmek, bir nevi güvensizliğin ifadesiydi.
Biz bu kanaatleri doğuştan getirmemiştik elbette; etrafımızdan duyduğumuz, büyüklerimizden edindiğimiz, daha çok arkadaş çevresi içinde karşılıklı fikir teatisi yoluyla kazanılan peşin fikirlerdi. Bir Alevi arkadaşlarla bu gibi meseleleri açık yüreklilikle konuştuğumuzu hemen hiç hatırlamıyorum. Bu önyargılar, Aleviler'in en hafif tabirle Müslüman olmadığı merkezindeydi ve bu mânâya gelen çeşitli kötü lakaplar geliştirilmişti. Özellikle dağ köylerinde yaşayan Alevilerin yaptığı "Cem" ayinlerinde ahlaka aykırı şeyler cereyan ettiği anlatılırdı. Halbuki okuldan arkadaş, mahalleden komşu Aleviler'in halinde ve gidişatında herhangi bir fevkaladelik, gariplik yoktu. Onlar da en az Alevi olmayanlar, yani Sünniler kadar oruca, namaza riayet ediyor veya etmiyorlardı. Hatta bir akrabamızın Alevi iş ortağını hatırladıkça, onun akrabamızdan daha ziyade dinî icaplara riayet ettiğini görüyor ve durumu anlamakta zorlanıyordum. Belli ki Alevilerle ilgili önyargılara hayli sel suyu karıştırılmış ve bir kanaat terörü yaratılmıştı.
Yakın tarihlerde Alevilerle Sünniler arasında karşılıklı anlayış ve hoşgörünün yeşermesini geciktiren en mühim sebep, bana göre Sağ-Sol kamplaşması esnasında Aleviler'in solu tercih etmesiydi. Sol kavramı, bundan 25-30 sene önce bugünkü gibi kabul edilebilir, yumuşak ve insani bir mahiyete sahip değildi. Cemil Meriç'in tabiriyle "meş'um" bir kelimeydi; uğursuz, netameli ve soğuktu ve hepsinden daha önemlisi o günlerde sağ-sol kamplaşması, bir ucu işlenen cinayetleri "oh olsun" neviinden sahiplenmeye kadar uzanan bir cinnet haliyle muğlaklaşmıştı. Bu yüzden sağ, aslında öyle bir şey dillendirilmediği halde kendiliğinden "Sünni" bir niteliğe büründü. Bu çok tehlikeli ve yanlış bir yuvarlanmaydı ve bu yüzden hepimiz büyük acılar yaşadık ve Türkiye âdeta bölünmenin eşiğine kadar geldi. Bu sun'i kamplaşma Alevilerle Sünnilerin birbiriyle yakınlaşmasını, anlaşmasını ve konuşmasını engelleyen sert bir atmosfer oluşturdu. Sol ve sağ kavramlarının mezhebi ayrılıklarla örtüştüğünü gören kışkırtıcılar, bu 'maden'i işletmekte gecikmediler: 1978'de Sivas'ta meydana gelen sağ-sol çatışması, kısa zamanda rayından çıkartılarak Alevi-Sünni kavgasına dönüştürülmek istendi. Aradan fazla zaman geçmeden Çorum'da ve Kahramanmaraş'ta Alevi-Sünni gerilimini karşılıklı kan davasına dönüştürmeyi amaçlayan provokasyonlar meydana geldi ve çok sayıda insan hayatını kaybetti; insanlar komşularından endişe duyarak günlerce evlerinden çıkamadılar.
Türk toplumunun bu kışkırtmaları aşması ve tez zamanda kanayan yaralarını iyileştirme akıllılığını göstermesi, onu "millet" yapacak olan bir sağduyu örneğidir. Türkiye Alevi-Sünni çatışmasını yendi, aştı ve -hamdolsun- unuttu. Bu hükmün istisnası gibi görünen tek hadise, 1993'ün 2 Temmuz'unda meydana gelen menfur hadise idi. Aradan 12 sene geçtikten sonra bile bu çılgın kışkırtıcılık eylemini Alevi-Sünni gerilimine dayandırmaya uğraşanları görmek beni çok şaşırtıyor. Bu satırların yazarı, 1978 ve 1993'teki hadiseleri yakından yaşadı; olayların evvelinde ve sonrasında insanları birbirinden şüphe duymaya, birbirlerinin varlıklarını ortadan kaldırmaya, birbirlerine hakaret etmeye sevkeden yaygın bir davranışa şahit olmadım. Özellikle 2 Temmuz hadisesinde şehrin Alevileri veya Sünnileri birbirlerinin işyerine, evine saldırmadılar; hadisedeki kışkırtma boyutu, insanları birbirine düşürecek kadar derine işlemedi ama ne yazık ki o kötü günde şehirde misafir olarak bulunan, çoğunluğu Alevi sanatçı ve yazarı bu uğursuz tertipten çekip çıkaracak kadar da aklıselim seviyesine yükselemedi. Herşey şehrin belli bir mıntıkasında olup bitti; yayılmadı, kan davası haline gelmedi ve esasen şehirde yaşayanlar, o gün Sivas'ta neler olup bittiğini ancak gece 22 haberlerinde öğrenip dehşete kapıldılar.
Bu kışkırtmayı tezgahlayanlar, tahminine göre Alevilerle Sünniler arasında kesin ayrışmayı sağlayacak -küçük bir kartopunun çığı tetiklemesi gibi- bir kitle cinnetini harekete geçirmeyi hesap etmişlerdi. 2 Temmuz hadiselerinin en büyük mağduru, o gün can veren Alevilerdir şüphesiz; hadiseyi yaşadıktan nice zaman sonra aklıselimle düşünen bazı Alevilerin, nasıl tertibe kurban gittiklerini farkettiklerini biliyorum. Kitle histerisini harekete geçirmeyi uman kışkırtıcılar, o gün otelden çıkmalarına nedense bir türlü izin verilmeyen sanatçı ve yazarları -ne yazık ki- yem olarak görmüşlerdi. Aradan yıllar geçtikten sonra 2 Temmuz olaylarını dile dolayarak ileri-geri sorumsuzca konuşan, meseleyi kısaca "Sünniler Alevileri katletti" şeklinde özetleyenler, ne söylediğini bilmeyen takımdan değil iseler, mutlaka kötü niyetlerinden şüphe duymak gerekir.
Bu feci hadisenin Alevi-Sünni yakınlaşmasına bir şekilde vesile olduğunu düşünüyor ve umuyorum. Alevilerin -eskiden asla akıllarına bile gelmeyecek şekilde- gerektiğinde Alevi kimliğini belirtmelerinden hoşnutluk duyuyorum. Sünniler arasında da Aleviler hakkında beslenegelen kötü önyargıların giderek aşınmakta olduğu bir gerçektir. Bu konuda sayıları hızla artan Cemevleri, karşılıklı yakınlaşmaya önemli katkıda bulunuyor. Cem geleneği hakkında kulaktan fısıldanan kötü imâlar, erkânına uygun tarzda icra edilen bir cem'i seyredenlerin şehadeti önünde dağılıp gidiyor. Bu olumlu gelişmelerden sonra, öteden beri sayıca az olsa da süregelen Alevilerle Sünniler arasındaki evlenme vakalarının artması ve yaygınlaşmasını diliyorum. Yakınlaşmak anlamaktır çünkü. Bu iki topluluğun arasını soğutmaya çabalayanlar da esasen anlayış ve yakınlaşmayı ortadan kaldırmak istiyorlardı. İnşallah önümüzdeki yıllarda çok daha güzel gelişmelere şahit oluruz.
AKLINIZDA BULUNSUN: ÖRNEK BiR YAYIN: ISPARTA FOLKLORU
Isparta'daki Süleyman Demirel Üniversitesi'nin Isparta folkloruna dair iki yayınından bahsetmek istiyorum; Kitap ve CD'den oluşan her iki yayın, aralıklı (2000 ve 2005 yıllarında) yayınlanmış da olsalar anlamlı bir dizinin parçalarını oluşturuyorlar. Eserlerde folklor kaynaklarına iniliyor, yöreden derlenmiş eserlerin notaları, hikayeleri veriliyor, çalgılar tanıtılıyor ve belli başlı eserler de otantik icra tarzları ile CD olarak sunuluyor.
Bu güzel çalışmanın bütün üniversitelerimize örnek olmasını dilerim. Emeği geçen Tülin Değirmenci, Gürsel Aksungur ve Nafiz Akgün'e ve yayını gerçekleştiren yöneticilere, kültürümüz adına tebrik ve şükranlarımızı sunarız.