"Güm"e giden insan
Ciddiyetine itibar edilir sol mahfillerde, genel anlamda sağcılara yöneltilen bir tenkit var: "Solcular zulüm görürken sağcılar, 'bize ne; ne halleri varsa görsünler' cinsinden bir kayıtsızlığı tecrih ettiler; şimdi sağcılar da zulme uğradıklarında ister istemez sol jargona müracaat ediyorlar; ama bu konuda dürüstçe otokritik yapana pek rastlanmıyor." Aynı meseleye Kanal 7'de yapılan açık oturumda Hasan Celal Güzel de temas etti ve bu fikri teyit eden samimi şeyler söyledi.
Genel hatları itibariyle bu serzeniş doğru. İnsan hakları konusunda sol, sağa tekaddüm etti; keza hürriyetler konusunda da solcu aydınlar, sağcılardan çok önce çetin mücadeleler verdiler ve bu esnada sağdan manevi destek görmediler. "Sağ"ın varlık sebebini devlet fikri üzerine bina etmesi, yıllar boyunca solcuları, devletin varlığına, birliğine ve istiklaline silah çeken muzır kişiler olarak algılamasına yol açtı. "Eldeki yara, duvardaki delik" hesabınca, sadece fikirlerini açıkladığı için eza gören solcu yazar-çizerler -gizli veya açık- bir "oh olsun" duygusuyla dışlandı ve görmezden geldi.
"Yerlilik" damarlarını anlaşılmaz bir düşmanlık ve iğrenti hissiyle by-pass etmeden Türkiye ve dünya gerçeğini yorumlayan bir solun, düşünce ve polemik dünyamız için ne kadar vazgeçilmez bir muhatap olduğunu daha önce birkaç defa yazmış olsam da, hakikati kendi tabiatıyla algılama cihazını dumura uğratan o menhus "oh olsun" korosuna ben de katılmıştım. Bugün, vaktiyle o kolaycılığa itibar ettiğim için mahcubum.
Ne var ki sol, yıllardan beri sağı, tarihin doğru istikamette akışını engelleyen ve ahmakça bir inatla diyalektik mantığa direnen, tarih ve toplum dışı bir arıza olarak değerlendirdi; kaale almadı ve kasten görmezden geldi. Bir elektrikçi için "kısa devre", su tesisatçısı için "patlak boru" ne anlam ifade ediyorsa, sosyalist ütopyanın vürudunu geciktiren sağ kitleler de sol için farklı bir anlam ifade etmedi.
Anlayışsızlık tek taraflı değildi!
Dün akşam, mahalli bir televizyon kanalında solcu bir partiden adaylığını açıklayan bir milletvekili namzedini dinledim; ifadesini çarpıtmamaya dikkat ederek özetliyorum: İş yerlerinde 800 küsur işçi çalıştıran bir iş adamı imiş. Dört bin metrekare bahçe içinde güzel bir villada oturuyormuş. Aslında siyaseti sevmiyor ve siyasete atılmayı da düşünmüyormuş; ama geçenlerde 16 yaşındaki kızı, "Sabah çıkıp akşam geç saatlerde eve dönüyorsun; bu esnada neler olduğunu biliyor musun baba?" demiş. Aday da bir genç kızı bu kadar ürküten şeyin ne olduğunu merak etmiş: Evin civarındaki caminin hoparlörü açık kalmış; içerde irticaa dair konuşmalar yapılıyormuş, bu bir; ikincisi, evlerinin civarında Aczmendi dergahı varmış, garip kılıklı, demir asalı insanlar evin önünden gelip gidiyor, pencerelere kötü kötü bakıyorlarmış. Sayın adayın kızı demiş ki, "Baba senin bir tane ruhsatlı silahın var; evin ancak bir cephesini koruyabilirsin. Bari annemle bana da silah al ki hiç olmazsa diğer cephelerde biz vuruşalım."
Bunun üzerine endişeye kapılan sayın iş adamı, konuyla Meclis platformunda mücadele etmenin lüzumuna inanarak, genel başkanı tarafından kontenjan vaat edilmesine rağmen reddedip, memleketinden aday olmaya karar vermiş.
İsim ve yer zikretmememe rağmen şu naklimde hata varsa tekzibe hazırım. Az önce "anlayış"tan bahsediyorduk; işte bu da bir "anlayış"; "Canım her solcu böyle böyle obsesif değildir, genellemek yanlış." diyebilirsiniz. Kabul ediyorum; her genellemede "güm"e giden insanın kendisi.
Bu nükteyi izah etmeye çalışıyorum zaten.