Güller açıyor, bülbüller ötüyor...
Gezi Parkı’ndaki sadece çevre hassasiyetiyle başlayan protestolar daha sonra çok farklı şekil aldı, pek çok yasa dışı örgüt işin içine girdi. Bunların çok iyi analiz edilmesi gerekiyor. Türkiye’nin itibarı ve özellikle dünya kamuoyunda nasıl algılandığı bakımından da son derece olumsuz etkileri oldu.
Ben söylemiyorum, bu sözler kabinenin önemli üyelerinden birine ait ve çok doğru sözler. Aklımdan geçen şeyleri, hükümetin geleceğini benden daha fazla düşünen biri söylediği için tekrar ediyor değilim; fikirlerimi daha açık-seçik, hatta daha kararlı bir tarzda bu sütunlarda dile getirmiş olmanın kıdemiyle konuşuyorum.
Gezi’nin ruhu, “Seçilerek geldim, meşru seçimle iktidar oldum; binaenaleyh doğru bildiğimi yaparım; beğenmeyen bir daha seçmez” dikliğine karşı koparılmış, “Yeter yahu” isyanıydı. Bu, “Yeter yahu” çığlığı sâkin bir hâlet-i ruhiye ile dinlense, açılıp içine bakılsa ve doğru okunsaydı hükümet bu küçük krizden çok daha elverişli pozisyonlara geçebilirdi. Herkesi mutlu etmek imkânsızsa da protestocular, itirazlarına saygı gösterildiğini ve kaale alındıklarını hissetseler, toplumsal öfkenin nabzı haline gelmeyebilirlerdi. “Anlama ve teskin” yolunu deneyen kabine üyeleri çıkmadı değil ama çıktıklarına pişman oldular ve galiba bir miktar da paylandılar!
Gezi krizi çok kötü yönetildi ve bu kötü yönetimin faturasını henüz kimse ödemedi. Hesap, mahalle kahvecisinin kapı kenarına attığı çay-kahve çiziği gibi orada öylece duruyor. Aklı başından aşkın birileri, “Yatıştırmayalım efendim, bilakis gerelim; saflar belli olsun. Siz bugüne kadar hep dik durarak, üst perdeden konuşarak bugünlere geldiniz. Aman dilâverlik, aman hamâset” diye akıl vermiş olsalar ki kutuplaştırma siyaseti insanların sinirlerini piyano teli gibi gerdi.
Doğrudur, kamuoyu genellikle balık hafızalıdır; birkaç gün sonra ilan edilecek demokratikleşme paketi gündemi yine değiştirir ama çok kötü yönetilen gezi günlerinden kalan asabiyet hissi kolay geçeceğe benzemiyor. Bundan önce hükümetin az sayıda ama etkili düşmanı vardı ve onları etkisizleştirmek hiç de kolay olmadı; lakin geziden önce hükümete biraz mesafeli yaklaşanlar öfkede ittihad etmiş manidar bir topluluk haline geldiler. Nereden baksanız Gezi’den önce dağınık ve birbirine benzemez yüzde 50’lik muhalefet öbeği, artık kızgınlık paydasında müttefik bir kitledir. İktidarı yüzde 50’nin belirlediği dengelerde yüzde 50’lik muhalefet öbeği çok kritik bir rakam. Hükümeti destekleyen kitle hiçbir zaman birbirine bu kadar yakınlaşmamış, bir siyasi parti destekçisi olduklarını hiç bu derece hissetmemişlerdi ama dikkat; gerginlik politikası karşı fikirde olanları da birbirine yaklaştırdı, adeta kenetledi. Muhalif yüzde 50’nin eksiği doğru-dürüst siyasi temsil ve etkili liderlik. Doğru temsil edilseler ve mesela Başbakan kadar karizmatik ve kitlesini iyi temsil edebilen bir önder bulsalar politik dengeler çok kolay değişebilir.
Hükümet için nimet mevkiindeki “muhalefet yetersizliği”, Türk demokrasisi için çok ciddi zaaf işaretidir. Etki ve inandırıcılığı kalmamış muhalefet bloku karşısında hükümet, şimdilik çok rahat; kamuoyu yoklamalarında güller açıyor, bülbüller ötüyor. Bütün iyimserlik, “Bunlar birleşemezler; birleşseler de düzgün temsil edilemezler; ebeveynlerinden beddua almış gibi öylece sürünür bunlar!” hesabının verdiği rahatlığa yaslanıyor.
Şöyle bağlayalım: Epiktetos bir köleydi, günün birinde kolunu geriye doğru kıvırarak eğlenen efendisine kolunu işaret ederek, “Dikkat edin efendim, kırılacak”, demişti. Az sonra kol kırıldı. Epiktetos sadece şöyle dedi: “Söylemiştim efendimiz.”