Good Morniiing!
Birileri, şu bizim Türkiye'nin adını "Turkey" yapmış; aman ne akıllar, ne büyük zekavetler? Dar-ı dünyada ite-kakıla da olsa kendimizi rahat hissedebildiğimiz tek coğrafya parçasına "isim koyma" hakkından uşakça bir tabasbusla vazgeçiyor, "Türkiye" ismini bir kısım firenge içindeki küçük "i" ve "ü" harfleri yüzünden alerjik görünür diye "aşşağılık" kompleksine kapılıyorsanız ölünüz de üstünüzü örtelim. Hamaseti artık sevmiyorum; gençken güzeldi, heyecanımızı tutuşturuyordu; ama itidal çağına geldik, vaktin mühimce bir kısmı tepkilerimizi dengeleyip ehlileştirmekle geçiyor. Hayır, hamaset filan değil; bu memleketin adı Türkiye. İngilizlerin, Fransızların ne dediği kendi bilecekleri iş. Bu memlekete gönderilen bütün mektupların en altına büyük harflerle Türkiye yazılmalı; bu ibareyi taşımayan mektuplar, ülke ismi yanlış yazıldığı gerekçesiyle adrese iade edilmeli. Bizimle ilgilenen, bizimle işi olan, bizimle ticaret yapan Türkiye kelimesini yazmasını ve okumasını öğrenmeli; bu hassasiyeti, hindi misali boş tafralarla tüylerimizi kabartmak için değil, kendi nefsimize ve ülkemize duyduğumuz saygı gereği göstermeliyiz.
Daha önce başkaları da işaret etti, ben de yazdım; en rütbeli devlet ricalinin bindiği uçağın üstüne "Republic of Turkey" yazmağa hakkınız yok. Bu uçağı, yaban ellerde Türkiye'yi temsil ederken rahat seyahat edesiniz diye biz satın aldık; parasını vergilerimizle ödedik. Eğer bir gün aile büyükleriniz sizin için bir uçak alırsa, o uçağın üstüne ne dilerseniz yazdırabilirsiniz; ama milletin vergileriyle satın alınmış uçağın üstüne, havaalanlarında yer hizmetleriyle görevli personel rahat tanısın diye, "interneyşınıl!" gösteri olsun diye "Republic of Turkey" yazdıramazsınız. Bu ülkenin adını unuttu iseniz anayasayı açın bakın. Bu ülkenin ismi 1924 Anayasası'ndan beri değişmedi; biz "Türkiye Cumhuriyeti" diye hatırlıyoruz; bizden habersiz tahrif etti iseniz bilelim.
Hani vaktiyle "Dil devrimi" yapmıştınız; başarılı oldunuz; devirdiğiniz dilin enkazı üzerinde bugün internet cafe'ler, snack bar'lar, houte couteur'ler, show room'lar, gallery'ler, shopping center'ler, restaurant'lar, charcuterie'ler, couffeur'ler yükseliyor; yanıp sönen neonlarını görünce kim bilir ne kadar bahtiyar olmakta, ne kadar murad almaktasınız? Hakkınız efendim, az mı emek vermiştiniz nitekim?
Sayenizde çarşılarımız sığır çobanlarının kasabalarına döndü, dil vadisine doludizgin girip bir hamlede Moğolistan'a vasıl olmak diliyordunuz; ama kader sizi Amerikan "country"sine düşürdü; bu hesapta yoktu belki ama neticede "Türkçe olmasın da tek İngilizceyle de idare ederiz" diye düşünmüş olmalısınız ki fazla debelenmeden zilleti kabul ediverdiniz. "İhtimal" kelimesine genetik bir hınçla saldırırken "possible" ile iktifaa mecbur kaldınız, bu arada "olasılık" da yetim kaldı. Bugünün İngilizcesine gösterdiğiniz "tolerance"ı ana diliniz Türkçeye fazla gördünüz. Şimdi Number One radyosu dinleyip cheeseburger'inizi dişlerken, fast food işine yatırım yapıp, rent a car firmasından kiraladığınız wagoon jeeple medya plazaların önünden geçerken, jogging yaparken, five o'clock tea'nizi, expressonuzu höpürdetirken, body shaper'le karın yağlarını eritirken genişlettiğiniz bu "mankurt" çığırının vaktiyle "ve" kelimesinden huylandığı için yazılarında "ve" bağlacı kullanmamakla öğünen dehşet tiplerinin açtığını bilemezdiniz.
Siz masumsunuz kardeşim; siz ana dilinizi hala Türkçe sanmaya devam ediniz. Enjeksiyon o kadar hazık eller tarafından applice edildi ki hissetmediniz bile, geçmiş olsun efendim. Doğup büyüdüğünüz ülkenin ismini hala "Türkiye Cumhuriyeti" diye bilmeye devam edebilirsiniz, ona da geçmiş olsun, hatta "good morniiing!" bile diyebiliriz. Memleketin ismi değişti efendim, "Turkey" oldu, artık Engliş bilmeyen kalmadı, manasını bilmeyeniniz yoktur; ama biz yine de hatırlatalım: Turkey, Englişçe'de "hindi" manasına geliyor arkadaşlar.
Hani, "kabaramazsın kel Fatma; annen güzel sen çirkin" tekerlemesi var ya; ondan işte!
Siz mesela Mısır milli takımının formalarında "Egypt" yerine bizim alışageldiğimiz şekliyle "Mısır" yazısıyla çıktığını gördünüz mü? Biz Macaristan deriz ama onlar "Hungaria" derler. Biz Arnavutluk deriz, onlar Albania diye isimlendirirler; tabiidir ama bize şirin görünmek için ülkelerinin adını -gaflet eseriyle de olsa- değiştirmezler. Biz Yunanistan'a mektup yazarken zarfın altına "Greece" yazarız, nezaket budur, doğru olan da budur.
Haydi oldu olacak şu yarım kalan işi tamamlayalım da efelik bizde kalsın: Cumhurbaşkanına president diyelim, başbakana prime minister; okul'u "ecole" yapmaya gerek yok; gömlek zaten çoktandır tişört; buzdolabı deep freeze, kırk yıllık sokarıç da haylidir "sos" oldu. Yahu geriye bir şey kalmamış?
Ah pardon, excuse me, enschuldigen Sie bitte! Bir şey eksik; nedir o Ahmet'ler, Mehmet'ler, Ayşe'ler, Saliha'lar? Efendim bunlar, dünyanın gidişatından haberi olmayan cahil ebeveynlerimizin dar görüşlülüğünün eseri çağdışı tortular; bir gün memleketin bazı kamu kuruluşları tarafından "Törki" yapılacağını bilselerdi elbette zamaneye uymakta gecikmeyip evlatlarına Paul, Valentine, Richard, Margareth, Diana gibi devrin mana ve ehemmiyetine münasip isimler koyarlardı. Cahillik işte, neyse ki gidişatın nereye yöneldiğini fark eden uyanık ana-babalar daha şimdiden çocuklarına -Anglo-Saxon kültür ikliminde yadırganmayacak- Cansın, Sibel, Melissa, Aylin, Poplin gibi hesna isimler vermek zekavetini gösteriyorlar.
Artık müsterih ölebiliriz;
Toprak toprağa.. küller küllere... Amen!