Gönül yarası; iyi bir yerli film
Filmin bir değil birkaç kaç tane final tercihi vardı; bunu hissettik çünkü yönetmen bu tercihlerden hiçbirine kıyamayıp tamamını birbiri ardına ekleyerek finalin tesiri azaltmış... Gönül Yarası'nın başından ve sonundan yirmi dakika makaslanmış olsa, güzelliği daha yoğunlaşırdı kanaatine vardım.
Sinemalarda gösterilen yeni filmler hakkında yazmak benim üstüme vazife değil; dergide bu işi benden daha iyi ve vukufla yerine getiren yazarlar var. Bu yazıyı bir sinema seyircisinin düşünceleri olarak okuyabilirsiniz. Aslına bakılırsa bir film hakkında profesyonel yorumculardan ziyade seyircinin ne düşündüğünü bilmek daha önemli olsa gerektir çünkü sinema seyircisi daha ziyade birbirlerinin tavsiyesi ile film tercihinde bulunuyorlar.
Amerikan film endüstrisi, sinemaları ve televizyonları istilâ etti; kötülemek kasdıyla söylemiyorum, elbette Amerikan sineması da pek çok örnekleriyle takip edilmesi gereken filmler üretiyor. Benim şikâyetim, Amerikan sinemasının global bir hükümranlık halini almasına yönelik. Öyle ki, artık yerli filmlerde bile oyuncuların Amerikalı artistler gibi jest ve mimik gösterdiğini, benzer tepkiler canlandırdığını, kısaca Amerikalı gibi davrandığını görüyoruz. Yirmi-otuz sene öncesine kadar bizim salonlarımızda İtalyan, Fransız, İngiliz, Mısır, Hind filmleri bile seyirci bulurdu ve biz o günün şartlarında dışımızdaki dünyayı biraz da farklı ülkelerin sinemalarında tanırdık. Yerli sinema bu noktada vazgeçilmez bir önem taşıyor ama hakikaten "yerli" kalmak kaydıyla; Amerikan filmlerindeki kalıpları Türk sanatçılara tekrarlatmak suretiyle yapılan filmleri yerli saymak doğru değil; onlar neticede "version" olmaktan öteye gidemiyorlar. Sinema bir toplumun dünyaya, olaylara, hayata bakışını kristalleştiren en yaygın sanat türü. Türk sinemasının da temel görevi, bizim bakışımızı ve bakış farklılığımızı ifade etmektir ve esasen diğer sinemalar yanındaki değerini de böyle inşa eder.
Gönül Yarası filmine, "İçinde çok sıkı türküler varmış" tavsiyesi üzerine gitmeye karar verdim. Elbette Şener Şen ismi de birinci derecede belirleyici oldu. Ortalama televizyon seyircisi, en azından haftada iki-üç tane Şener Şen filmini yeni gösterime girmiş bir eser heyecanıyla seyrediyorsa ortada bir "fenomen" var demektir.
Bana göre ışıklar yanıp, perdeye çiğ ark kömürü ışığı düştükten sonra seyircinin içinde devam eden filmler iyidir. Gönül Yarası'nda öyle oldu; ışıklar yandı, salon boşaldı ama filmi bitirmeğe gönlümüz rıza göstermedi. Yol boyunca hep Gönül Yarası'ndan konuştuk; eve dönünce arşivde "Etek sarı" türküsünün kayıtlarını bulup yeniden dinlemek ihtiyacı hissettik.
Cehâletime bakın ki Meltem Cumbul'un aslında sinema oyuncusu olduğunu yeni farketmişim; şarkıcı, manken kalabalığı içinde görünüp kaybolan mevsimlik yüzlerden biri zannediyordum. Çok iyi bir oyun çıkarması, hatta sinemamızın efsâne ismi Şener Şen'i pek çok yerde oyunculuğu ile silikleştirmesi çok dikkatimi çekti; diğer filmlerinde ne derece başarılı olduğunu bilmiyorum ama sanki bu hikâye bana, sadece bu oyuncu için yazılmış gibi geldi; eldiven gibi hikâyedeki karakteri perdede yaşatan bu oyunculuk başarısı, filmi güzelleştiren başlıca âmildi bana göre.
Şener Şen, filmin başında Mardin'in bir dağ köyünde öğretmenliğinin son gününü anlatan sahnelerde sıradandı. Yönetmenin zorlamasıyla olsa gerek, kendini öğrencilere vakfetmiş öğretmeni canlandırırken, ilk Tv dizisini çeken bir tiyatrocu kadar tutuk göründüğünü hissettim. Yönetmenin yerinde olsam Şener Şen'i yönetmezdim; onunla hikâye hakkında konuşur ve gerisini ustaya bırakırdım, çok daha iyi olurdu gibime geliyor.
Bizim sinemamızda "emekli solcu öğretmen" tipi, sinematografik bir karakter olgunluğuna ulaşacak derecede iyi işlenmedi. Entellektüel yönetmen kavrayışı bu karakterin içini doldurmaya yetmedi. Gençlik yıllarında köy öğretmenliği yapmış olmasına rağmen Şener Şen bile bu rolü yeterince omuzlayamamış. İkinci Bahar dizisinde kebapçı ustasını oynarken, ömrünü kebapçı ocağı başında geçirmişcesine sahici olabilen bir oyuncunun, bu karakterde başarısız kalması, sinemamızın sahici meselelerinden biridir bana göre. Hikâyeyi yazan ve yöneten Yavuz Turgul, Nâzım öğretmen tiplemesinde dersini çalışırken ara sıra dalga geçmiş; lâkin hakkı teslim edelim: Nâzım'ın babalığını sorgulayan evlâtlarının replikleri, Amerikan sineması'nın klişeleri içinde sunulmuş olsa bile Nâzım öğretmenin dramını aksettirmekte çok başarılıydı.
Filmin bir değil birkaç kaç tane final tercihi vardı; bunu hissettik çünkü yönetmen bu tercihlerden hiçbirine kıyamayıp tamamını birbiri ardına ekleyerek finalin tesiri azaltmış. Amerikan sineması'nın bilebildiğim kadarıyla saygı duyulması gereken en dikkat çekici tarafı, senaryo üzerinde aylarca durmak suretiyle hikâyeye bir tamamlanmışlık hissi katabilmesindedir. Gönül Yarası'nın başından ve sonundan yirmi dakika makaslanmış olsa, güzelliği daha yoğunlaşırdı kanaatine vardım. "Bekâra avrat boşamak kolay" derler; benim tenkidlerim biraz da o hesap. Seyirci bakışı ile işin mutfağındakilerin bakışı elbette farklı olur.
Finaldeki "bari bir türkü söyle de öyle git" sahnesinde Meltem Cumbul, "Etek sarı" türküsünü fevkalâde güzel okuyor ama yine de yönetmenin yerinde olsam yine de bu tarz bir finâli seçmezdim. Çok sert, eski tâbirle "istihcân" sınırlarını zorlayan bir son.
Meltem Cumbul'un (Dünya) belâlı kocasını oynayan Halil (Timuçin Esen), bir bölümünü nezaket icabı seyrettiğim Tv dizisindeki karakterinin azizliğine uğramış çünkü her iki karakter birbirinin devamı gibi göründü bana. Ne var ki Nedim Hazar'ın, "bu oyuncuya dikkat edin!" ikazını da ciddiye alıyorum; bir başka rolde seyretmeden hüküm vermek benim için kolay değil.
Tenkidlerime fazlaca aldırış etmemelisiniz; film güzel, çünkü insanın içinde bir türlü bitmek bilmiyor. Film, tâbiri mahsûsa ile "yerli" ve en azından bir kere daha seyretme hissi uyandıracak kadar sıcak. Bu filmi seyretmenizi ve yapımcılarının para kazanmasını isterim çünkü bu ekip daha iyileri yapacak evsafta olduğunu her haliyle hissettiriyor.
Başa dönelim, eksiğiyle fazlasıyla Gönül Yarası "yerli" bir film ve üstelik ışıklar yandıktan sonra da içerlerde bir yerde devam edip gidiyor. Bu gayreti ödüllendirmek gerek ki yapımcıları daha iyisini çekmek için cesaret bulabilsinler.
AKLINIZDA BULUNSUN BİLGE TARİHÇİ ZİYA NUR AKSUN
Ziyan Nur (Aksun) ismini kitap meraklıların bir kısmı bilmez ama bilinmesi gereken bir büyük şahsiyettir. Kendisini yıllar önce "Dündar Taşer'in Büyük Türkiyesi" isimli nefis monografi ile tanımıştık. Daha sonra Ötüken Yayınevi, Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi Bey'in İslâm Tarihi'ni Ziya Nur Bey'in zengin zeylleri ile neşredince gıyâbındaki tanışıklığımız biraz daha arttı. Onun 'opus magnum'u, yani çalışmalarına anlam veren en mühim eseri yine Ötüken'in yayınladığı 6 ciltlik "Osmanlı Tarihi" olsa gerektir. 1997 yılında Marifet yayınları, üstâdın iki incelemesini daha gün ışığına çıkardı: "Gayr-ı Resmi Tarihimiz; Osmanlı Padişahları" ve "Siyasi ve sosyal açıdan Mezhebler". Nihayet geçenlerde Ziya Nur Bey'i daha yakından tanımamızı sağlayacak bir derleme esere kavuştuk; Necmeddin Turinay, M. Nuri Yardım ve Ö. Ziya Belviranlı'nın emeğiyle yayınlanan eser (Bilge Tarihçi Ziya Nur Aksun, Marifet yayınları, Aralık-2004), roman gibi hızla okunabilir niteliği yanında Ziya Bey'e bir ihtirâm mânâsı da taşıyor.
Üstâdımızın ellerinden öper, sıhhat ve âfiyetler dileriz.