Gölgesi duvarda kalmış insanlar

Hiçbir şey göründüğü gibi değildir; duvar yazılarının "ana—baba terbiyesi almamış" haylaz çocukların işi olduğunu düşünenler yanılıyor; "İyi aile çocukları"nın da duvarlarda varolmak hakları vardır. "Yazmak acıyı hafifletiyor" diye düşünenler, sadece entelektüel kriz içinde lodos yemiş gibi çırpınıp duran okur yazar takımı değildir elbet.

Duvarlar "varoluş" satıhlarıdır bir bakıma.

İki boyuttan ibaret bir satıh.

Şehrin adını, nüfusunu ve râkımını gösteren mavi tabelâlar ardında nelerin saklı olduğunu söylemezler; sade ve resmî ifâdelerinde derûnu görmek mümkün değildir. Bir şeyi niteleyeceği zaman devlet, olanca mehâbetini takınarak mürekkep isrâfından kaçınır ve hayatın renklerini gözardı etmekte bürokratik bir kibir takınarak konuşur; bu yüzden "şehrimize hoş geldiniz" levhaları, aslında kimselere "hoş"âmedî"de bulunmaz. Detaya inmek gerektiğinde hikmet—i hükûmet standart fontları ve temiz zeminleri tercih eder. Meselâ sağlık haftasıdır; sağlık müdürlüğünün en müteşair ve en gönüllü memuru, hiçbir edebî türe girmeyen mısrâlar döktürür yarı resmi pankartlara: "Olmazsan aşı, kalırsın şaşı!". Gülmekten aşıya mecâl bulamaz ölür gidersiniz.


Şairler bir köşebaşı bakkalından tedarik edilmiş mektep defterlerini seçerler ilham geldiği zaman. Daha derli toplu olanları piyasadaki en kalın defterleri üstüste diktirip mücellidhâneye verir, kapağına altın yaldızla has isimlerini bastırırlar. Şiir mahrem ve hususî bir şeydir canım. Meselâ "akrostiş" tekniğiyle bir sevda şiiri kaleme alınacaksa bundan şiirin faili bile haberdar olmamalıdır. Onlar mahrem kağıtlara açarlar gönül hânelerini; herkeslerin duvarlarına değil.

Duvarlar herkesindir.

Duvarlar, şehrin en hercai, en mütecaviz ve en anarşist ruhlarının vitrinidir.

Anarşist ruh taşımak romantizme mâni midir? Ne münasebettir? Herşey aşkla başlar: "Ali Fatma'yı seviyo" veya "Seni seviyorum Ayten", gemi azıya almış bir kararlılığın yazıya dökülmüş biçimi olarak nikâh defterine atılmış imzadan daha muhkem bir irâde beyanı olup mucibince amel edip etmemek Fatmaların ve Aytenlerin insafına terkedilmiş bir şeydir netice itibariyle.


Taraftarlık rûhunu küçümsemeyelim: "Kova Beşiktaş", "Arslan Gassaray" veya "Efsâne Fener!" klişeleri, bugünün spor sayfalarını parselleyen mütekaid futbolcu yazarlarınkinden daha kapsamlı bir tenkid derinliği taşırlar. Taraftarlık, şahsiyetin en kolay ele gelir aksâmı olarak yaşlandırır bizleri.


Gün gelir onca derdin halli, "Tek yol devrim"den ibaret gibi görünür; ya da "Milli devlet güçlü iktidar" kompozisyonunun siyasi düşünce tarihinde erişilmesi mümkün en yüksek şâhika olduğuna kasem eden felsefi makaleler döktürülür duvarlara. Belediyeciler el aman der; siyasi şubenin memurları âmirlerinden günaşırı zılgıt yerler.


Medenî endişeler kamçılar bazen şehrin vicdânını: "Buraya işeyen eşektir" ikazı, mahallenin sotasında kalmış izbe duvar köşelerinden çığlık çığlığa haykırır; aynı ızdırabın "Buraya çöp döken eşektir" vezninde tellendirildiği de olur. Faydasızlığı ileri sürülemez: Âcilen hâcet gidermek ızdırarında olanlarla gecenin köründe elinde çöp tenekesiyle sokaklara düşenler, en azından bir başka mahalle dahletmemeleri gerektiğini böylece öğrenirler. Yazılan kalır!


Hiçbir şey göründüğü gibi değildir; duvar yazılarının "ana—baba terbiyesi almamış" haylaz çocukların işi olduğunu düşünenler yanılıyor; "İyi aile çocukları"nın da duvarlarda varolmak hakları vardır. "Yazmak acıyı hafifletiyor" diye düşünenler, sadece entelektüel kriz içinde lodos yemiş gibi çırpınıp duran okur yazar takımı değildir elbet.

Duvarlar "varoluş" satıhlarıdır bir bakıma.

İki boyuttan ibaret bir satıh.


Meselenin teknik teferruatını nasıl görmezden gelebiliriz: Gak deyince badana, guk deyince fırça nereden bulunur? Zor zenaattir anlayacağınız duvar yazıcılığı; onlar da ister ki kaba—saba yazılarına kontur renklerden gölgeli arkaplanlar çeksinler, kenarlarına gül, ucuna bülbül kondursunlar. Kalıcılık, her edebiyatçı gibi onların da endişesidir; ya bir kilo yağlıboyanın kaç liraya çıktığından kimin haberi vardır? Netekim "unutulanlar unutanları asla unutmazlar" bu âlemde; bütün 78'e 6 tertipler kan kardeşidir. Etem, ebedi Fenerlilerdendir; damarlarını kesseniz sarı—lacivert pıhtılaşır.


Sonra ticari endişeler kıpırdanmaya başlar: "Karadeniz taş fırını 500 metre geride!" kalmıştır maalesef, lâkin "Ucus masot bulunur" buralarda. Lastik tamircisinin duvarında fırın yazılacak değildir elbet? Biz bu basit kaideyi henüz ilkokul sıralarında, öğretmenlerimiz tarafından kapının üstüne "kapı", karatahtanın üstüne "karatahta" yazıldığında öğrenmişizdir. Mektepte öğretilen şeylerin işe yaramadığını ileri sürenler sadece bednamlardır.


Bir de duvar medyası vardır yahu! Ne İnternet âleminde site açmaya, ne talebe harçlığıyla dergi çıkarmaya, ne de sırçadan mâmul "tower"ların hijyenik atmosferine kapaklanıp bir güzel saçmalamaya tâkat yetiremeyenler ukdelerini duvarlara boca edeceklerdir.

Her cümlenin ardında bir insan vardır şehrin duvarlarında. Gönül gözüyle bakmayı bilenler ve satır aralarında yazılı olanı okuyacak kadar mürekkep yalamışlar farkederler netekim.


Kaynak (Arşiv)