Gölge boksu veya ‘mış gibi’ yapmak

Seçim barajının değişme ihtimâli, siyasette heyecanlı dalgalanmalara sebep oldu zira barajda birkaç puanlık bir düşüş bile oy aritmetiğini ve seçmen davranışlarını değiştirir. Konu hakkında İmralı’da sâkin ‘siyasetpenahları’nın bile görüş beyan etmesi ve “fazladır, düşürelim” demesi gözden kaçmadı; çünkü onun bile önümüzdeki dönemde aktif siyasete girip iktidar olmak arzu ve ümidi var.

Seçim barajından memnun iki parti var; biri mâlum, iktidar partisi, öteki MHP. Bir muhalefet partisi niçin, iktidara yarayacağı âşikâr bir barajın yerinde kalmasını savunur? Gerekçesini MHP’li bir vekil şöyle ifade etmiş: “Anayasa’nın 67. maddesi, temsilde adalet göz önünde bulundurularak seçim sistemi değiştirilir diyor. Son dakika değişikliğiyle Türkiye gündemine gelmesini yadırgıyorum. Yönetimde istikrar, temsilde adalet kadar önemli. Yüzde 10 barajı muhafaza edilmeli.”

Temsilde hakkaniyet neyse de, yönetimin istikrârı hakkında endişelenmek, ne zamandan beridir muhalefet partilerinin varlık sebebi oldu bilmiyorum. Yönetimde istikrar için bir muhalefet partisinin yapacağı en isabetli şey, dükkânın kepengini çekip evine gitmektir. Dünyanın hiçbir yerinde kalmayan yüzde 10 gibi yüksek bir barajın, temsilde hakkaniyeti koruduğunu ileri sürmek için ise, şöyle böyle değil, enikonu iyimser olmak gerekiyor!

MHP, hâlihazırda Meclis’i teşkil eden sayı kompozisyonunun kilit partisi. AKP’nin 2002’de tek başına seçim kazanmasında bu partinin şaşırtıcı erken seçim talebi ve ardından barajın altında kalması belirleyici olmuştu. 2007’de barajı geçmeyi başardı; ne var ki, tarihindeki en parıltılı seçim başarısını kazandığı 1999 seçimlerinden sonra bile, “Biz bu ülkeyi yönetir, ayağa kaldırırız” görüntüsü vermeyi hep ihmâl etti. Artık bir kurum refleksi halini almaya başlayan, “İtina ile iktidar olmaktan uzak durmak” yaklaşımı, siyâsetin tabiatına aykırı bir duruş olarak ilmî araştırmaların konusu olmaya lâyıktır: Bir parti niçin iktidardan imtinâ eder; bir muhalefet partisi nasıl olup da barajın üstü ile iktidarın altı arasındaki sâkin sularda geçinip gitmekle yetinebilir; retorik itibarıyla gök gürültüsü gibi gürlediği halde iktidarı endişelendirmekten uzak kalmayı başarabilir?

Rahmetli Erbakan’ın paltosundan, siyasette çok etkili bir siyasi heyet çıkarken MHP siyaset geleneği, palto altında adam bulundurmama hassasiyeti ile ilginç bir tablo resmediyor. Bu noktada ‘milli görüş’ çizgisinin doğurganlığına imrenirken MHP’de dikkatle işletilen “Çevremde benden kabiliyetli adam istemem” yaklaşımı hayli dikkat çekici. Bu parti, sergilediği vücud diliyle, liderinin ve sair sözcülerinin konuşmalarıyla iktidarı endişelendirmek yerine iktidara meşrûluk bahşetmek gibi ilginç bir misyon ifâ ediyor. En büyük meziyeti gibi takdim edilen ve çokça alkışlanan “Gençleri sokağa indirmemek” yaklaşımının tam tercümesi, aslında partili gençliği siyasetten sterilize edip, mûnis bir topluluk haline getirmesi oldu; sair siyasi odaklardan çok aferin alan bu tutum, “MHP’li gençler sokağa inerlerse tahripkâr ve başıbozuk işler yaparlar” varsayımını doğrulaması bakımından haksızlıktır.

MHP’nin günün birinde iktidar olması için onu samimiyetle istemesi gerekir; işbaşındaki hükûmet, son bir yıldaki performansıyla(!) MHP’yle birlikte diğer muhalefet partilerine de altın tepsi içinde eşsiz bir fırsat sundu (daha ne yapabilirdi ki?) Muhalefet ise bir nevi gölge boksu yapması tercih ederek bir iktidar alternatifi olmaktan hassasiyetle kaçındı.

Benimki bir varsayım ve pekâlâ yanlış da olabilir fakat tevili imkânsız tesbit şu; eleştirdiğimiz hükûmet asıl gücünü halktan veya meclisten değil, gölge siyasetiyle kendisini meşrûlaştıran muhalefetten (hassaten MHP’yi kastediyorum) alıyor. Muhalefetten çekinen bir hükûmet, bu kadar pervasız olabilir miydi? [email protected]


Kaynak (Arşiv)