Gölge boksu ve vuzuh ihtiyacı

Meselenin farklı bir boyutunu hep ihmâl ediyoruz: Kamuoyuna sanki, terör hâdiseleri ideolojik veya dini radikal gruplar tarafından kotarılıp uygulanıyormuş gibi bir bakış açısı telkin ediliyor. "Terör örgütü" lâfı, terör eylemlerine âdeta sivil ve şahsi bir görüntü veriyor ki bu, elli yıllık soğuk savaş devrinin imâl ettiği fabrikasyon bir imajdır.

Terörün şahsi ve sivil nitelikler serdedebilmesi için devletlerin egemenlik alanları arasında fiili otorite boşluklarının varlığı şart. Modernite bu gibi alanları hayli daralttıysa da tamamen ortadan kaldıramadı: Kuzey Irak, Lübnan, Kafkasya mıntıkası ve Afganistan yakın zamanlara kadar çevremizde resmi otorite boşluğunun kısmen hüküm sürdüğü alanlar olarak örnek gösterilebilir.

Netâmeli, mel'un bir sıfat olarak terör, politika kavramıyla neredeyse iç içe. Orta Amerika'da, Afrika'da, Güneydoğu Asya'da otuz-kırk sene önce "terörist" diye adlandırılan muhalif siyasi hareketler, egemenlik mücadelesinde galebe edince meşruiyet kazanarak resmî hükümetler haline geldiler. Soğuk savaş yıllarında istihbarat örgütleri, bu gibi illegal politik hareketlerin "kullanışlılık" vasfını çabuk fark ederek milletlerarası platformda asla meşruluk kazandıramayacakları manevralarını terör üzerinden gerçekleştirdiler. Hâsılı terör iç ve dış siyasetin gayrıresmi uzantısı ve âleti haline getirildi. Ve o günden beri terör kavramı, derûnunda yarıresmi bir mahiyet taşımaktadır.

İlk gününden beri İstanbul'daki patlamaların kim tarafından ve hangi politik mesajı vermek üzere planlandığı konusunda çok şey söylenip yazıldı ama bu teoriler vuzuhtan uzaktır. Türkiye Irak'a tezkere çerçevesinde asker göndermiş olsaydı saldırılara mânâ vermekte bu derece zorlanmayacaktık. Bu yüzden başta hükümet olmak üzere, terörist saldırılara anlam vermek zorunda kalan bütün çevreler, bir nevi gölge boksu yapmak durumunda kalıyor. Bir mesaj verilmek istendiği açık; bu mesajın dehşeti ne kadar büyük olursa olsun bir terör örgütünün çapını aşan bir adres tarafından yollandığı da belli ama "kim tarafından ve hangi gerekçeyle?" soruları hâlâ muâllâkta. Bana göre bu, devletlerarası platformda tahlil edilmesi gereken bir bulanık mesajdır. Bizim için bulanık çünkü açık haberleşme yoluyla ulaştırılan mesajları bir araya getirerek mânidar bir ipucu bulmak için yeterli veri yok; ümid olunur ki bizden daha çok şey bilmesi gereken hükümet ve devlet güçleri için aynı bulanıklık söz konusu değildir; öyle olmasını kuvvetle ümid ederiz.

İlk saldırıdan sonra Başbakan Tayyip Erdoğan'ın dünya kamuoyuna verdiği, "saldırıların mesajını ayağımın altına alıyorum" beyanının hedefe değdiği anlaşılıyor zira ikinci saldırı, ilkini andırır tarzı itibariyle bu beyana bir cevap ve meydan okuma niteliğindeydi. Bu cesamette bir meydan okumanın günümüzün dünyasında bir "örgüt"ten çok daha iri bir organizasyon eseri olduğu kanaatini taşıyorum; Bana göre, Türkiye'yi hâl"i hazırdaki mevzilerinden uğratacak ve yeni statejik duruşlar almaya itecek bir zorlama ile karşı karşıyayız.

Eğer El Kaide mahreçli bir saldırı dalgası ile muhatap isek bu, kavranması mümkün ve karşı tedbirler almaya muktedir bulunduğumuz bir tehdittir. Gücü ne olursa olsun El Kaide veya benzeri örgütler Türkiye'yi zaafa uğratamaz; ama El Kaide, mahreç yanıltmaya yönelik bir ara adres olarak kullanılıyorsa durum en azından karışık demektir.

Eldeki ipuçları, uluslararası bağlantıların karmaşıklığı yüzünden bulanıklaşırsa "ki muhtemelen öyle olması beklenir", Türkiye, bağrına yönelen hançerin örgütten ziyade bir devlet tarafından kavrandığını bilmek zorunda.


Kaynak (Arşiv)