Gol! Peki ama hangi kaleye?
"Bir kısım basın"ın Kara Kuvvetleri Komutanlığı devir-teslim töreninde yaşananları aktarma biçimi şaşırtıcı değildi; sözbirliği etmiş gibi, "sert çıktı, masaya yumruğunu vurdu, gözdağı verdi" kabilinden nitelemeler yaptıktan sonra, Cumhurbaşkanı'nın, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ü "bozduğunu" belirten ayrıntının altını çizdiler.
Yalanlanmamış olmasına rağmen ihtiyatla karşıladığım bu ayrıntıya göre gazeteciler Cumhurbaşkanı'nın etrafını çevirerek soru yağmuruna tutunca Hilmi Özkök, "isterseniz sizi kurtarayım" yollu bir teklifte bulunmuş; Cumhurbaşkanı ise, "istemem, ihtiyacım yok; ben başımın çaresine bakmayı bilirim" mealinde ters bir cevap vermiş.
Bir kısım basınımız bu cevabı "tepkisini gösterdi, bozum etti" anlamında yorumlarken, hadisedeki nezaketsizlik boyutunu nedense görmezden geldiler. Haber doğru ise şu kısa muhavereden çıkarılması gereken sonuç, Cumhurbaşkanımızın aksi tabiatlı, içine kapanık, ciddiye alınması gereken oranda özgüven zaafı içinde bulunan bir davranış sergilediğidir. Bu durumda "ben başımın çaresine bakarım" diyen kişi, espri yollu"size yardım edeyim" diyeni bozmuş, zayıf duruma düşürmüş olmaz; bilakis, aksilik ve asabiyet zaafını açığa vurmuş olur ama daha kötüsü, bu kısa konuşmayı kamuoyuna duyuranların âdeta intikam alırcasına sinsi bir üslupla "bozdu" tabirinde ittifak etmeleridir.
Aynı kişiler, "kral öldü, yaşasın kral" dercesine yeni genelkurmay başkanını övücü ayrıntıları abartmayı tercih ettiler. Yani okuyucu bu haberi okuduktan sonra, "Özkök Paşa görev süresince pek başarılı olmamış, Cumhurbaşkanı bile adama soğuk davranmış ama yeni genelkurmay başkanı vurduğu yerden ses getiren birisi" diyecek, bu haberi yazan gazetelere de sempatiyle yaklaşacak; bütün hesap bu.
İşte bizim böyle bir "akredite" basınımız ve böyle bir cumhurbaşkanımız var ve tarafeyn birbirinden hayli memnun ve razı görünüyor ama bu ilişkiye derinlemesine bakıldığında samimiyetten eser görebilir miyiz? Merak ediyorum, şimdiki cumhurbaşkanımızın ikinci kere seçilmesine anayasa müsaade etseydi bu ihtimâl kuvveden fiile geçebilir miydi? Aynı koltuğu işgal etmesi itibariyle şöyle bir karşılaştırma yapma hakkımız bile var: Sayın Ahmet Necdet Sezer görev yaptığı altı yıl boyunca, Türkiye'nin ilk reisicumhuru Mustafa Kemal Atatürk'ü hakkıyla istihlâf edebilecek çap ve karatta bir duruş sergileyebilmiş midir? CHP Genel Başkanı olmak sıfatıyla Deniz Baykal'ın bile "Atatürk'ün postu"nu istihlâf ettiğini nazar-ı itibare aldığımızda Sayın Sezer'i, -Atatürk'ü de geçtik- bir İsmet İnönü'yle, bir Celâl Bayar'la, hatta Fahri Sâbit Korutürk'le kıyaslayabilir miyiz?
Silahlı Kuvvetler nezdinde "akredite" yani makbul, tanınmış ve kabul edilmiş basınımızın, aynı haberi verirken Başbakan ve Meclis Başkanı'nın binadan ayrılırken "uğurlanmadıkları" ayrıntısında, "lâyık oldukları muameleyi gördüler" edâsına da ayrıca bir mim koyalım; devleti işleten, yöneten ve temsil eden kişi ve kurumlar arasında fikrî ihtilâf olabilir ama nezaket ihmâli olamaz. Eğer vukubulduysa bu ayrıntının kamuoyuna sunulma biçimi, akredite basının TSK üzerinden güç ve itibar kazanma hesabını aksettiren minik bir kurnazlıktan ibaret kalır. Peki, bu çok onur verici ve hak ederek kazanılmış bir pozisyon mudur?
Ne yazık ki şu minik üslup ayrıntıları, "kodun mu oturtacaksın arkadaş!" temennisiyle siyaset bilimi tarihimize enginarsal bir açılım getiren "kabzımalsal" yaklaşımının, bazı muhitler tarafından fena halde ciddiye alındığını göstermekten başka anlam taşımıyor. Bir futbol takımının kendi kalesine attığı gol de skor tabelasına yazılır; seçim sonuçlarını değerlendirirken bu türlü defansif varyasyonların genel neticeye nasıl aksettiğini nasipse tahlil ederiz.