Gir havuza, aç ağzını!

Tabiatın âhengine uygun, "Tabii" şeyler vardır: Sular alçağa akar meselâ, gün batımında az da olsa rüzgâr çıkar, yapraklar güneşi arar, analar yavrularını kendinden çok düşünür.

İnsanların kahir ekseriyetinde elin tabii hareketi sağdan sola doğrudur; sol el sağa, sağ el sola doğru hareketlenmek ister. Meselâ hoşnutluğun ve barışın evrensel dili tebessümdür; selâm, dünyanın her yerinde "Ben size düşman değilim; esenliğinizi diliyorum" mânâsına gelir.

Anayasa değişikliklerinin böyle bir özelliği var; dağların arasındaki derin vadilerden akıp gelen dereler gibi kendi potansiyel enerjisiyle hareket eden bir yapısı var; engellemek için özel olarak enerji harcamanız lazım. Hidroelektrik santrallerin görevi budur. Yerin merkezine doğru hareketlenmek isteyen suyu önce durdurur, sonra suyun kinetik enerjisini elektriğe çevirirler.

Evet, mükemmel değil ama, değişiklikler önceki hâlinden iyidir, kesinlikle iyidir. Progressivistlerin (İlerlemeciler), "İşte gelişme, iyileşme denilen şey budur." diyecekleri türden bir anayasa hamlesi, hatta bir "Élan vital" (Hayat hamlesi). Devletin hantal, iri ve insanlara karşı itinasız ve hoyrat biçimlendirilmiş yapısının karşısında şahsi hakları birazcık daha güçlendiren bir paket. Netice itibariyle devleti fert karşısında biraz daha olması gerekene doğru küçülten, ferdi ise devlete karşı biraz daha güçlü kılan bir şey...

Şöyle bir şey: "Yerim dar" diye mazeret gösterenlere "İşte sana biraz daha geniş bir alan" diyebiliyor bu değişiklikler ama "Yenim dar" diye hafakanlar geçirenler için biraz daha fazla hürriyetin mânâsı ve kıymeti olmayabilir. "İşte sana daha fazla hürriyet; daha fazla kendin gibi olabilmek, kendini inşâ edebilmek, kendini savunabilmek ve daha fazla varolmak hakkı" denildiğinde, "Ne yapayım bu kadar hak bana fazla; üstelik hak demek, sorumluluk, sıkıntı, meşguliyet demek; kalsın, istemem ben" diyeceklere ne söyleyebilirsiniz ki?

Yahu anayasa alanında şimdiye kadar bu kadar "Sol" bir adım atılmadı bu ülkede; "Solcular"ın niye ürktüklerini çözebilene aşkolsun! Ben onların solcu filan olmadıklarını biliyorum fakat kendileri de bilseler ne güzel olacak! En berbatından statükocu sağcılar bunlar, üstelik eni konu da faşistler ayol! Ya Rabbi nasıl bir ülkedir burası?

Aklı başında, çevresiyle uyum güçlüğü çekmeyen, mantıklı bir insan niçin şahsi hürriyetler sahasının genişlemesinden huzursuz olur? Acaba, acemi balığın, önünde sahte gülücüklerle parıldayan zoka veya olta iğnesindeki yem karşısındaki şüphesini andırır bir şey midir bu? Hürriyetten firar kompleksi midir, neyin endişesidir?

Erich Fromm'a göre günümüzde insanlar siyasi hakları için uzun uzadıya mücadele vermek ihtiyacı duymazlar, çünkü kendileri için kölelik tehlikesinin ortadan kalktığını öğrenmişlerdir; köle olmazlar ama fert de olamazlar sonuçta. Nietzsche, böylelerini "Kölelik ahlâkı"na (Sürü ahlâkı) sarılmakla suçlamıştı. Nedir kölelik ahlâkı, bu zamana tercüme edelim: Statükodan hoşnutluktur kısaca. Hürriyet, uzaktan güzel de görünse, yeni ve belirsiz bir durumdur; risk üstlenmek, problem çözmek, emek harcamak gerektirir. Statüko ise evet çok parıltılı değil ama emin, kuytu, uyuşturucu ve durgun lezzetler vaat eden bir korunak...

Biliyor musunuz; hayırcılara şefkat göstermeliyiz; görünürde siyasi bir hakkı kullanıyorlar; nezaket ve anlayış görmeyi, hoşgörüyle karşılanmayı hakediyorlar; onlar insan denilen muammanın en anlaşılmaz, en kuytu cenahından bir sûret, bir gölge onlar; nöbet geçiren hastaya kızılır mı?

Adama demişler ki, "Karadenizli misin?" "Öyleyim fakat tedavi olayrum" demiş bizimki. Temel tedaviyi kabul ediyor ama hayırcılar, Türk siyasi tarihinin en kötü, en berbat, en sağcı ve en yetersiz sloganlarının ardına sığınarak tedaviyi reddediyorlar. Bu kadar mugalataya değer mi efendiler; "Hayır çıkmazsa adam değilim"e kadar uzatmaya gerek yok ki bu meseleyi, Girersin villanın önündeki havuza, serinlersin; suyun içinde ağzını açıp açmamak senin bileceğin iş, burası laik bir ülke, ama "Havuza giren âdidir"e kadar uzatma, bedbaht olacaksın...

Amaaan Kemâl Bey, şurda kaç gün beyliğin kaldı ki zaten...


Kaynak (Arşiv)