'Gerileme devri' bitmemiş miydi?
Bugünlerde yatmadan önce Ahmet Cevdet Paşa'nın Tezâkir'ini okuyorum. Paşa'nın Osmanlı bürokratik Türkçesi'ne kazandırdığı irtifâ müthiştir; yarım sayfalık cümlesini failden fiilden kopmadan su gibi okur ve kavrarsınız.
Evvelce Türkçe temrini niyetine okuduğum Tezâkir'de bugünlerde başka bir boyut dikkatimi çekiyor; Paşa, devletin iç organlarının işleyişini, devlet adamlarının meselelere bakışını ve kavrayışını izah ederken ister istemez bugünle dün arasında mukayeseye zorluyor okuyucusunu. Neyi kastettiğimi tafsil etmek uzun sürer; sayfa be sayfa izah gerektiren, kışkırtıcı ve doğurgan bir metin Tezâkir. Hâle bakınız ki ortalama okur-yazarın Tezâkir'e nüfûz etmesi bugün imkânsız; yüksek lisans derecesinde yüksek Türkçe bilgisi lâzım.
O yıllarda tereddîye geçmiş Osmanlı hikmet-i hükûmet kavrayışını allayıp-pullayacak değilim, sadece o devirden -Sultan Abdülaziz'in vakt-i saltanatını hikâye ediyor Cevdet Paşa- bu güne hikmet-i hükûmet kavrayışında irtifâ kaybına uğradığımızı belirtmekle yetiniyorum.
Hrant Dink'in katil zanlısına -Emniyet veya Jandarma, farketmez- gösterilen hoşâmedî tavrını anlamaya çalışınca ürküntüye kapılmamak imkânsız, çünkü anlaşılmıyor, çünkü roller muğlaklaşmış, birbirine karışmış. Devletin bir yerinde ârıza çıkması her zaman mümkün ve muhtemel ama ârızanın devlette, daha doğrusu hikmet-i hükûmet kavrayışında hâlâ bir zelzeleye yol açmamış olması kabul edilir gibi değil. Tek kelimeyle güven sarsıcı bu hadisenin ilk plânda -devletin işleyişiyle görevli uzuv olarak hükûmeti ilzâm etmemesi düşünülemez.
Hükûmetin sorumluluğunu tartışmıyoruz ve bedeli neyse ödeyeceklerdir ama buna benzer krizlerde sadece hükümetleri sorumlu tutmanın, can alıcı noktaları ıskalatıcı bir tabiatı var; nitekim Başbakan da birkaç gün önce yaptığı açıklamada derin devlete telmihte bulunarak -boks tabiriyle- eskiv boşluğuna sığınmaya çalıştığını hissettirdi. Hükümetin görünür zaaflarından birisi -belki en mühimi-, "ekip"ten fire vermemek kararlılığıdır. Esasen yakın tarihimizde hiçbir hükûmet, siyasi sorumluluğun bir vecibesi olarak istifa kurumunu iyi işletemedi. İstifa kurumunun mantığı şudur; bir zaaf belirdiğinde siyasi ve idari sorumluluk sahibi şahıs, gerekenleri istifaya davet ettikten sonra kendisi de görevinden çekilir ve yerine gelen kişiye, böyle bir zaafın yeniden husûlüne fırsat verirse aynı âkıbetle karşılaşacağını hatırlatmış olur. İstifâ etmek, ille de bir zaafın veya kabahatin üstlenilmesi anlamına gelmez; bazen hiç taksiri olmadığı halde bir üst yöneticinin gereğini yaparak görevinden çekilmesi, devletin daha iyi ve doğru çalışmasını temin eden biricik usûldür.
Vaktiyle istifa mekanizması doğru ve yerinde işletilmiş olsaydı, derin devlet denilen oluşumlar, derinliklerde bir yerde barınma imkânı bulamayacaklardı; bu kesindir. Derin devlet yuvalanması, o esnada istifa etmesi gerekenlerin bilakis yerine tutunması ve ister istemez hukuka aykırı işlemleri görünmez hale getiren bir tıpa vazifesi görmesi sayesinde mümkün olabilirdi ve öyle oldu; bu mânâda geçmiş hükûmetler, en az şimdiki kadar siyasi sorumluluk ve vebâl altındadır.
Bir "devlet zaafı"ndan söz ediyoruz aslında; mesele devlet olunca muhalefet de, bürokrasi de aynı sorumluluk altında görünüyorlar. Entiripüften mevzularda bile dramatik edâlarla hükümeti eleştirip istifaya davet edici muhalif edâlar, yalancı çoban hikâyesindeki olduğu gibi gerektiği gün sahiciliğini kaybediveriyorlar. Neticesinde problem, hükûmetleri de aşan bir "devlet zaafı" halinde önümüzde kalıyor. Devlet zaafı ise esasen medenî bir zaafiyetin işâretidir.
Son yirmi gün veya bir haftada olup bitenleri bir veya birkaç asırlık tarihi kavrayışla te'lif ederek incelediğinizde durum böyle görünüyor. Devlet işletme san'atında gerilemişiz!