Gerginlik siyaseti: ‘Yeter!’
Kutuplaştırma ve gerginlik yaklaşımı, kısa vadede kârlı bir eylem gibi görünebilir. Kamuoyu anketleri de öyle söylüyor zaten.
Gezi’den sonra iktidar ve ana muhalefet partilerin destekçi oranındaki görünür artışın en bâriz sebebi, seçmeni korkularından kavrayarak kendi saflarına çekmekti; bu yaklaşımı hemen fark etmiş ve ikaz etmiştik: Siyasi partilerin çıkarına görünen kısa vadeli stratejiler sokaktaki yurttaşın aleyhine cereyan ediyor. Gündelik hayatta siyasi görüşleri birbirinden farklı insanlar; arkadaş, komşu, esnaf veya kaldırımda yürüyen herhangi biri sıfatıyla aynı şekilde düşünmeseler de birbirlerinden emin olarak yaşamak zorundalar. Bu güven ortamını zedeleyecek politik manevralar gündelik hayatın olağan akışı için fevkalade zararlı.
Son yıllarda hükümeti beğenmedikleri anlaşılan yurttaşlar evlerinin camına, balkonuna, arabalarının kaportasına Türk bayrağı asıyor veya Atatürk’ün imzası çıkartmasını yapıştırıyorlar. Standart bayrağın içine yerleştirilen kalpaklı Atatürk (Bayrak Kanunu’na aykırı) kompozisyonu ile beraber Türk bayrağı bir protesto alâmeti oldu. Artık belirli semtlerde Atatürk objeleri (rozet, bayrak, çakmak, maskot, anahtarlık vs.) pazarlayan daimî seyyar satıcı tezgâhlarına rastlıyoruz. Bu objelere itibar edenler, siyasi hoşnutsuzluklarını Atatürk üzerinden sürdürüyorlar. Geçen 10 Kasım anma gününde Anıtkabir’i, Genelkurmay Başkanlığı’nın açıklamasına göre tam 1 milyon 89 bin kişi gezdi; oysaki geçen yıl bu rakam 413 bin kişiydi. Manzaranın anlamı açık: Meşru siyasi muhalefet kanalları kifayet etmeyince (Doğrudan CHP’yi kastediyorum) gayrimemnunlar, kimsenin itiraz edemeyeceğini düşündükleri müşterek sembollerle itiraz ve hoşnutsuzluklarını dile getiriyorlar. Kutuplaşmanın en net ifadesi budur.
Vara-yoğa bayrak çekilen, Atatürk posteri sallanan, çarşı-pazarda dondurma, seyyar köfte tezgâhlarını andırır bir lâubalilikle millî semboller pazarlanan bir ülke olduk.
Kendilerini “Laik” diye tarif eden insanlar, dinî müştereklere karşı mesafeli davranıyorlar; onların millî sembolleri sahiplenişi, biraz da kıstırılmışlık duygusunun verdiği bir çaresizlikle izah edilebilir.
Her hâlükârda gerginlik ve kutuplaşma siyaseti yanlış yol; böylelikle bir veya birkaç seçim kazanılabilir ve iç barışın korunması, bu tarzda kazanılmış seçimlerden daha değerli olsa gerektir.
Önceki hafta gerginlik yaklaşımının yeni bir örneğine şahit olduk: Başbakan Erdoğan, en vefâdar ve sâdık dava arkadaşını örseleyici bir polemiğin içine attı. Olup bitenlere bir “iletişim kazası” diyemiyoruz; böyle kazalar anlık sürçmelerle olur. Öğrenci evleriyle ilgili tatsız tartışma anlık tepkilerin eseri değildi; daha ziyade önceden ölçülmüş ve hesaplanmış bir kurgunun eseri gibi göründü. Neticesi ne olursa olsun bu tatsız polemiğin sevimsiz görünen tarafı başbakandı. Siyaset anlayışında yol arkadaşlığına, ekip güvenilirliğine ve sadâkate büyük önem vermekle tanınan Başbakan Erdoğan’ın daha evvelce bazı takım arkadaşlarına uyguladığı “ofsaytta bırakma” hamlesi, hoş bir intiba bırakmadı. Polemiğin konusu tamamen gereksizdi ve öğrenci evlerini örnek göstererek başlatılan “Muhafazakâr demokrat iktidar” gösterisi hiç inandırıcı değildi. Tablonun en sevimsiz kısmı ise “parti içi nizâ” diye adlandırabileceğimiz tartışma oldu. Bu hesaplanmış kurguyu fark edince ister istemez, “Acaba Başbakan parti içi dengelerini de kutuplaştırma yaklaşımı üzerinden mi yeniden tesis etmek istiyor?” diye düşündüm.
Anlaşılmaz işler oluyor ve olup bitene mantıklı bir açıklama getirmek için ilhamın son çeperlerini kazıyan hükümet yanlısı yazar ve yayın organlarının hâline bakınca insan merhamete benzeyen bir hisse kapılıyor.
Bugüne kadar konjonktürün de yardımıyla olumlu sonuçlar veren yüksek özgüvene dayalı kutuplaştırma yaklaşımları artık tatsız ve tehlikeli bir raddeye geldi dayandı. Daha fazla gerginlik istemiyoruz; bir incir çekirdeğini doldurmayacak gerekçeler yüzünden günlerce sun’i gündem maddelerini tartışarak avutulmak, insanda, “Acaba birileri toplumun zekâsıyla alay mı ediyor?” şüphesini tahrik ediyor.
“Başarılı ama sevimsiz” izlenimi vermek yanlış; kitleler “Kırk satır mı, kırk katır mı?” tercihinde bulunmaya zorlanmamalı bence. “İki ihtimal de birbirinden sevimsiz” şeklinde düşünmeye başlayan kitle davranışı, bu gibi hâllerde irrasyonel davranışların galebesiyle sonuçlanabilir!
Yeter!