Gelir dağılımı!
Bir yazıda veya tartışmada istatistiki verilerden hareket etmek, fikre önemli bir kolaylık sağlar. Böylece ileri sürülen düşüncenin koruyucu zırh içine alınması temin edilmiş olur! "Ne yapalım istatistiki verilerden çıkan sonuç bu" ifadesi artık bir savunma silahıdır! İstatistik çalışmalarının bazı seçilmiş, belirlenmiş deneklerden hareketle muhtemel neticelere ulaşmak istedigi bilinen bir gerçektir. Ülkenin iktisadi ve sosyo-kültürel açıdan istikrar içinde olması, belirlenen deneklerin ve alınacak sonuçların tarafsız bir şekilde ilmi zemine oturtulmasını kolaylaştırır. Aksi, şu bizim tv kanallarının toplumu "kör ve sağır" kabul ederek yaptıklari gibi, her birinin ayrı ayrı kuruluşunu birinci ilan eden araştırmacılarla (!) işbirliği içinde olmaları, kamuoyu nezdinde istatistiğin inandırıcılığına darbe vurmakla kalmaz, komik duruma da düşürür. Ama!..
Ne yaparsınız ki pek çok konuda istatistiki verilerden yararlanmak zaruretiyle de karsi karşıyayızdır. Tıpkı milli gelirimiz ve kişi başına düşen dağılımı gözden geçirmek istediğimde karşılaştığım mecburiyet gibi! Genelde kullanılan denekler ve veriler açısından tartışmaya açık bir dal olan istatistik ilmi, Türkiye'de daha zor durumdadır. Zira denekler ve belirlenen kesimlerin tespitinde yanlı bir tavır sergilenmektedir. İlave olarak, bir de ele alınacak herhangi bir konuda kayıt dışı yasayış biçiminin yaygınlığı düşünülürse, istatistiki sonuçların ülkemizde neden güvenilir olmaktan çıktığı anlaşılacaktır.
Böyle olunca sınırlı, eksik ve biraz da yanlı deneklere dayalı sonuçlar, milli gelir ve dağılımını gerçekçi olmaktan çıkarmaktadır. Halbuki milli gelir her ülkede bir yıl içinde üretilen mal ve hizmetlerin toplam değeri olmak durumundadır ve ülkenin gözlenen zenginliğidir. Milli gelirin kişilere dağılımı hususunda yapılan hesaplarsa, ana hareket noktası yanlış olunca gerçeği yansıtmaktan uzaklaşmaktadır! Şüphesiz ülkenin tam doğrularını belirleyecek bir sonuca ulaşmak için en gerçekci yöntem, vatandaşların sağlıklı beyan ve belgelerine bağlı değerlendirmedir. Ancak, özellikle gelişmekte ve az gelişmiş ülkelerdeki anketler veya beyanlar gerçekçi olmaktan uzaktır. Zira bu tür belirlemelerde her şeyden önce halk ve devlet arasındaki hassas denge, "karşılıklı itimat" gündeme gelmektedir...
Yukarıdaki tespitler ışığında eldeki verilerden hareketle gelir dağılımının genel seyri uzerinde bazi incelemeler yapıldığında ortaya çıkan, Türkiye'de gruplararası dağılımdaki eşitsizliğin orta sınıf aleyhine bozulmakta olduğudur. Aynı zamanda uçlar arasındaki açı da açılmaktadır. Şüphesiz bu çarpık şekillenmede kayıt dışı ekonominin oynadiği rol dikkat çekicidir. Ek olarak, kayıt dışı anlayış etkilerini ve sapmalarını daha rahat hareket edebildiği sahalarda hızlandırmaktadır. Bu düşüncelerle gelir dağılımındaki ana çizgileri belirlemek ve konuyu noktalamak uygun olacaktır.
Genel teamülde ülke nüfusunun yüzde 20'lik dilimlere bölünmesi ve milli gelirden bu yüzde 20'lere düşen payların gelir dağılımı olarak belirlenmesi, bilinen yöntemlerin en çok kullanılanıdır. Yapılan hesaplamalara göre, Türkiye'de dört grubun yüzde 80'lik bölümü bilinen (!) milli gelirin yüzde 45'lik kısmına sahiplenirken, yüzde 20'lik en üst grup yüzde 55'lik dilimi almaktadır. Bunun anlamı, alt ve orta gelir gruplarının giderek daha çok ezilmekte oldukları ve fakirleştikleridir. Bu durum şüphesiz gayri meşru kanalları kullananların sayısının artmasına yol açmaktadır. Ayrıca, milli gelir ve dağılımının bölgeler, sektörler, -ki tarım kesimi en fazla zarar gören kesim haline gelmiştir-, üretici ve rantiyeler arasındaki farklılaşmaları da dikkatle incelemek gerekir. Ülkenin geleceği icin, milli geliri artırmak kadar, gelir dağılımındaki gruplar ve fertler arasındaki, çarpıklığın da yeni baştan ele alınarak düzenlenmesi acil şart olarak önümüzdedir. Bütün bu tespitler, Türkiye'nin öncelikle üretim gücünü artıran ve hemen yanında her ferdi içine alacak adil bir vergi reformuna olan ihtiyacını ortaya çıkarmaktadır. Yoksa gayri meşru kazanç artarken, sosyal çalkantıyı hızlandıran gelir eşitsizliğindeki uçurum, çöken ve sevgisiz bir toplum yapısının genişlemesine yol açacaktır.