Geleceğe "iltica" etmek
Kriz, zahirî mi gerçek mi? Bazıları, "Türkiye'nin iktisâdi göstergeleri ile 21 Şubat'ta patlayan kriz arasında doğrudan ilişki yok" derken bazı gözlemciler, krizin muhtemelen mayıs-haziran aylarından şubata doğru öne alındığını ileri sürüyorlar. Öyleyse bu krizin kontrollü biçimde "patlatıldığı" tezini ciddiye almak için yeterince sebep var demektir.
MGK'nın 30 Mart toplantısından "irtica ile mücadeleye devam" kararı çıkınca aniden içinde yaşadığımız krizin yarıda kalmış bir MGK toplantısında başladığını hatırlayıverdim ve şöyle düşündüm: "İrtica ile mücadeleye devam" kararı, 30 Mart yerine 21 Şubat'ta MGK'nın öncelikli gündem maddesini teşkil etseydi, kriz o gün patlatılabilir miydi? Böyle düşünmekte haksız olduğum söylenemez: Bir kere daha görmüş bulunuyoruz ki irtica ile mücadele, Türkiye'nin öncelikli, vazgeçilmez ve tartışılmaz fikr-i sâbitidir (idefix). Ne iktisâdi kriz, ne büyüme hızının negatif rakamlarda seyretmesi ve ne de irtica ile mücadeleden başka herhangi bir önemli mesele bu "idefix"in önceliğini perdeleyemez. Siyasî olanı iktisâdi olanın önüne almak ve öncelikli değerlendirmek aslında Cumhuriyet tarihi boyunca devletin temel stratejisi oldu. Bu akıl yürütme biçimi, yerli film repliklerinde bol bol tüketildiği için kulağımız âşina değil: "Fakir olabiliriz; fakat aşkımız bütün engelleri yenecektir." veya "Beni öldürseler de seni sevmeme hiçbir kuvvet mâni olamaz sevgilim!". Yönetici akıl(!) için "siyasî olan" romantik boyutu teşkil ediyor, "iktisâdi ve sosyal olan" ise romantizmin yanında hiçbir ehemmiyet taşımayan ârızî, ihmâl edilebilir ve küçük şeylerden ibaret.
İktisâdi kriz, iktisâdi krizden ibaret olsaydı mesele yoktu; fakat patlatılmış kriz, ekonomik göstergelerden daha fazlasını ifade ediyor:
1- Türkiye'nin 21. yüzyılda daha fazla dışa bağımlı kalacağının işaretidir.
2- Türklerin ekonomi yönetiminde beceriksizliklerinin tescilidir.
3- Türklerin, iktisâdi kavrayış ve idraklerinde III. Dünya'nın bile gerisinde kaldığının ifşâsıdır.
4- Devletle millet, yönetenlerle yönetilenler arasında mevcudiyeti varsayılan zımnî mutabakatın kamu otoritesi tarafından tek taraflı ve keyfî bir irâde beyanıyla buruşturulup atılmasıdır.
Listeyi uzatmak mümkün; ama tek maddesi bile idraki çatlatmaya kâfi. Türkiye'nin mevcut krize eklemlenmek üzere olan yeni ve daha ağır bir iktisâdi krizin eşiğinde olduğu şu günlerde devletin en yüksek istişâri karar uzvundan "irtica ile mücadeleye devam" kararlılığının sâdır olması, ümid ederiz ki (?) her iktisâdi krizden -her nasılsa- kârla çıkmayı bilen spekülatör çevrelerin de ödünü patlatır!
\t\t * * *
Şu satırları bugüne değil, geleceğin tarihçilerine hitaben "ihtirâzi kayıt" olarak yazıyorum: 21. yüzyılın ilk aylarında Türkiye'de vuku bulan iktisâdi krizin tabiiliğine asla inanmadım. Yönetilmekten ziyade güdümlendirildiğinde inandığım bu krizin, Türkiye'yi "makas değişikliği"ne sokacak derecede önemli; ama istikameti şimdiden kestirilemeyecek kertede vahim bir manipülasyon olduğu kanaatini taşıyorum. Cumhuriyet tarihi boyunca ara verilmeksizin sürdürülen mücadele neticesinde irticaın Türkiye'de asla müessir olamadığını; ama diğer taraftan irtica ile mücadelenin yüzde biri kadar ehemmiyet atfedilmeyen "iktisâdi ve siyasi basiretsizlikle mücadele"nin aşırı derece savsaklanması neticesinde Türkiye'nin, Mustafa Kemal Atatürk'ü kabrinde ruhen muazzep edecek derecede dışa bağımlı hale getirildiğini görüyorum. Bu kaotik ortamın teşekkülünde millet de dahil bütün tarafların, devletin, bürokrasinin, ordunun, üniversitelerin, aydınların, basının, sivil(?) toplum güçlerinin, işveren ve işçi çevrelerinin, bir şeye inananların veya inanmayanların görevlerini lâyıkıyla yerine getirmekte ihmâlkâr davrandığını düşünüyorum.
Sürüklendiğimizi kabul; fakat hareket ettiğimizi reddediyorum; sürüklenen birinin sahip olabileceği bütün dikkat ve gözlem gücüyle bu satırları, gelecek nesil tarihçilerinin "o günlerde herkes ayrıntılara boğulmuş ve bütünü göremez hale gelmişti" hükmünden kaçınmaları için tarihin müstakbel faslına emanet ediyorum.
Tarihe sığınmak hayâl-i muhâl ve bizim artık muhayyel bir gelecekten başka sığınabilecek ülkemiz kalmamıştır.