Geldi, geliyor, gelecek!

Yeni ceza kanunu, Avrupa Birliği müktesebâtına uygunluk hâsıl olsun diye çıkarıldı. Kanunda basınla ilgili konuları düzenleyen maddeler, netice itibariyle Avrupa Birliği hukukuna zıt, ona meydan okuyan yeni suçlar ve cezalar ihdâs etmiyor. Esasen biz, bırakınız küllî düzenlemeleri, küçük kanun restorasyonlarında bile batı hukukunu sarf-ı nazar ederek kanun yapma ihtimâlini kaybettik. Ezcümle, yeni kanun AB uğruna yapıldı ve AB'nin hukuk normlarına uygun biçimde düzenlendi.

Kanunun ertelenmesi basının zaferidir. Hükümet, mecliste kanun haline getirdiği metni savunmak kararlılığını gösteremedi ve erteleme kararını son güne bırakmak suretiyle siyasi zaaf serdetti. Takdim edildiği haliyle Cumhuriyet tarihinin en parlak ekonomik tablolarından birinin açıklandığı gün TCK'nın apar-topar ertelenmesi çok sarih bir özgüven eksikliği nişânesidir. Başbakan'ın "birileri düğmeye bastı" yolundaki beyanının ardından meclis aritmetiğini değiştirmeye başlayan istifaların yarattığı tedirginlik, hükümette "bir şeyler oluyor; bu dar geçitte basını karşımıza almak yanlış olur, kendimize biraz zaman tanıyalım" ihtiyatkârlığını öne çıkarmış olmalı. Nitekim son dakikalarda erteleme kararını öğrenen Adalet Bakanı'nın ertelemeye muhalefetini imâ etmesi mânidar ve tutarlıydı.

Hükümetin gösterdiği tereddüdün vücut dilindeki karşılığı hoş değil. Uzlaşmacılık siyasetin tabiatında vardır ama son dakikaya sarkıtılmış tereddüdün adı uzlaşmacılık değil, özgüven eksikliğidir.

Basın, evet bir "zafer" kazandı ama AB taraftarlığında önemli bir standartsızlık tavrı sergilemiş oldu; böylece daha önce AB'ye uyum kanunları çıkarılırken bazı çevrelerin muhalefet sadedinde dillendirdiği, "AB'ye girelim ama Türkiye'nin kendisine mahsus bazı şartları vardır; onlar da göz ardı edilmesin" yollu itirazlara zımnen ortak oldu. Yeni TCK'da basın suç ve cezalarını tanzim eden hükümlerin, güçlü basın karşısında sade vatandaşın hukukunu korumayı hedef alan bir karakter sergilediğine daha önce işaret etmiştim. Basında yeni TCK'ya en keskin muhalefeti yürütenler bile kağıt üstünde sade vatandaşın kişilik haklarını koruyan maddenin rûhuna karşı çıkmıyorlar; onlar, kanunu uygulayacak mercilerin yorum tarzına duydukları güvensizliği seslendiriyorlar. Herkes pekâlâ biliyor ki, kanun bugün yürürlükte olsaydı basın yine haber ve tenkid görevini yerine getirecekti ama eskiden olduğu gibi bu işi rahat ve ucuz maliyetle yapamayacak, meselâ basın yoluyla adam harcama, cadı avlama, engizisyon kurma imkânından mahrum kalacaktı. Kimse kazanılmış mevziilerini kolay terk etmek istemez; basın, sadece mevzilerini değil, kolay haber yapma ve rahat tenkitte bulunma alışkanlıklarını savundu. Çünkü eski alışkanlıkları ve mevkii, basına büyük güç verirken, habere konu edilen kişiyi ise âdeta fiilen mâsumiyetini isbat mükellefiyetiyle baş başa bırakıyordu. Bu ülkede Başbakanlık müsteşarı bile, aleyhinde açılan basın kumpanyaları karşısında masumiyetini isbatta büyük sıkıntılar yaşıyorsa, sade vatandaşın bu büyük güç karşısındaki mevkii kolayca kestirilebilir.

Dün Hürriyet'te yayınlanan bir haberin tahliliyle konuyu kapatalım; haberin başlığı aynen şöyle: "Başkasına ait eseri kendi imzasıyla yayınlamakla suçlanan Prof. Ömer Dinçer, intihal iddiasını reddedince, üniversiteden açıklama geldi". "Geldi" fiiline dikkat ediniz zira haberin devamında açıklama "geliyor" fiil çekimiyle nitelenmiş, bir başka yerde ise açıklamanın yapılacağından bahsediliyor. Muhabirin ifadesiyle: "Üniversitenin açıklamasında özetle şu görüşlere yer verileceği öğrenildi". Zihniniz karışmış olabilir, editörün temennisine göre bu haber şaheserini şöyle tercüme etmek gerekiyor: Üniversite henüz bir açıklama yapmamıştır, olsun nasıl olsa yapacaktır ve şunları şunları söyleyecektir.

Özet: Kanun ertelenmeseydi, bu haber şaheserini okumayacaktık ve kim bilir neler kaybedecektik?


Kaynak (Arşiv)