Geçmiş olsun Protestan kardeşlerimiz
Eğer hafızam beni yanıltmıyorsa, II. Abant Toplantısı'nın, benim de üyesi bulunduğum "Din-Toplum Komisyonu" çalışmalarında misyoner faaliyetler konusu gündeme gelmişti. Münakaşa esnasında misyoner faaliyetlere müsaade edilmemesi, en azından kontrol altında bulundurulması gibi bir fikir serdedildi. (Komisyonda görev yapan arkadaşlarımın hiçbirini görüşlerinden dolayı kınamak aklımdan geçmez; sadece bir vakıayı tespit için anlatıyorum.) Mehmet Ali Kılıçbay'ın da aralarında bulunduğu birkaç arkadaşla birlikte bu fikre karşı çıktık; temel gerekçemiz, misyonerliğin bir nevi tanıtma ve propaganda faaliyeti olduğu, fikir ve inanç hürriyeti çerçevesinde saygıyla karşılanması gerektiği merkezinde idi.
Türkiye'de misyonerlik faaliyetlerinin polis ve devlet denetiminden uzakta serbestçe yapılabilmesini savunmak, herhalde Zaman okuyucularının ilk hamlede tepki duyacakları bir nokta-i nazardır; ama ayrıntıya inildiğinde bu nokta-i nazardaki hakkaniyetin paylaşılacağına inanıyorum. İslam adına misyoner faaliyette bulunanları destekleriz; Avrupa'da olsun Amerika kıtası veya Asya'da olsun yeni teşekkül eden İslam cemaatleri, İslam mabedleri hepimizi gururlandırıyor. Aynı eylemi farklı bir din adına Türk topraklarında tekrarlamaya kalkışanları kovuşturmanın mantığı nedir peki? Acaba insanlarımızın misyonerlere hemen kapılıverecek kadar cahil veya küçük menfaat ve hediyeler karşılığında dinini değiştirecek kadar inanç alt yapısından mahrum oldukları karinesini mi ciddiye almaktayız; yoksa külliyetli miktarlara ulaştığında din değiştirme hadiselerinin kamu düzenini bozacağından mı endişe ediyoruz?
Din, akıl ve hürriyetle kaimdir ve yetişkin her insanın inancı hakkında bilgilenmesi, düşünmesi ve eğer fikri öyle emrediyorsa inanç istikametini değiştirmesi en tabii hakkıdır. Bu kabil liberal hürriyetler ne Türkiye'de ne de yeryüzünde Müslüman sayısını azaltmaz; aksine inananların salih bir irade ile inançlarını tanımalarını ve hatta tabir caiz görülürse -kaç yaşında olurlarsa olsunlar- dinlerini yüksek bir şuurla benimsemelerini sağlar. Misyonerlik, centilmenlik dışı metotlara başvurmadığı, hile, cebir, yalan gibi her yerde kınanan ayıplara tevessül etmediği müddetçe serbest bırakılmalıdır. Bu serbestiyet aynı zamanda kendi inanç değerlerimizin metanetine duyduğumuz güveni de aksettirir.
Bu işin misyonerlik kısmı; bir de ülkemizde yıllardan beri yaşayan, cemaati olan kiliselerce ayakta tutulan mabedlere bakışımızı gözden geçirelim: 1994'ten bu yana İzmir Valiliği'nin ve Emniyet'in bilgisi altında faaliyet gösteren İzmir İsa Mesih Topluluğu'nun ayin icra ettiği bina, resmi mercilerce mühürlenmiş. Bu mabed bir Protestan Kilisesi'dir. Haberde mühürleme kararının gerekçesi ve detayı yok. Galib ihtimal resmi prosedürdeki bir eksikliğin kamu otoritesi tarafından abartılmış olmasıdır; ama manzara gayet çirkin. İçinde, -hangi dine mensup olursa olsun- inanan insanların bir araya geldiği mabedlere karşı resmi mercilerin kapatma, mühürleme, göz altına alma gibi, XVI. yüzyılda bile pek rastlanmayan zecri tedbirlere tevessül etmesi devletimize yakışmıyor. Bu kararı kalemi titremeden imzalayan makam, değil XX. yüzyılın başlarında, ortalarında bile misak-ı milli hudutları dahilinde kaç tane Hıristiyan kilisesi olduğunu biliyor muydu acaba?
Türkiye, tarihin ve dünyanın kıyısında kalmış nevzuhur bir devlet, nevzuhur bir toplum değil; biz, -teknik tabirle- bir imparatorluk "imperium" bakayasıyız. Bu toplumun ma'şeri hafızasında farklı inanç ve kültürden gelen toplulukların bir arada yaşama tecrübesi hala dipdiri duruyor. Bizim ecdadımız tarihinin hiçbir zamanında bir "cami-kilise" gerilimi ihdas etmedi; Müslüman-Hıristiyan teba arasındaki tabii çelişkiyi abartarak bundan siyasi bir manivela icat etmeyi düşünmedi. Bırakınız İstanbul'u, Anadolu'nun ücra kasabalarında bile farklı dinlere mensup insanlar, farklı mabedlere devam ederek komşuluk, arkadaşlık, dostluk hukukunu asırlarca ayakta tuttular. Bu görgü bizde hep vardı, hala mevcuttur.
Meseleyi "Müslümanlara bunu reva gören devletçi bürokrasi, Hıristiyan'a neler reva görmez." ucuzluğuna getirmeyi düşünmüyorum. Deprem ertesi günlerinde Susurluk'un bir köyünde mevlid okuttuğu için gözaltına alınan insanları misal göstererek, "sadece Protestanlara değil, Müslümanlara da aynı kabalığı gösteriyorlar." da demeyeceğim. Kabalık, kabalıktır ve kime yönelmişse ayıplanması gerekir. Benim gibi düşündüğüne emin olduğum insanlar adına, İzmir İsa Mesih Topluluğu mensuplarına geçmiş olsun demek istiyorum. Bu özrü devlet adına seslendirmeye mezun değilim; ama böyle bir yetkim olsaydı hiç tereddüt etmezdim.
Geçmiş olsun Protestan kardeşlerimiz; size reva görülen davranışı desteklemediğimizi bilmenizi isteriz. Sulh ve selamet üzerinize olsun!