Geçiyoruz, geçmiyoruz

Sinoplu Diyojen, hayatının herhangi bir gününde, içinde yaşadığı fıçıyı tabanını yere getirip de üstüne çıkmış mıydı? Bütün temsili resimleri, Diyojen'i fıçısının içinde gösterir lâkin heykeltıraş, "her heykele bir kaide lazım" fikrinden hareketle Diyojen'i elinde feneri ile bir madenci veya bir "aydınlanma neferi" gibi kahramanca bir edâ içinde tasvir etmiş. Önemli mi; yoo, değil ama maksat Diyojen'i tanıtmak ise söyleyelim, heykelin vücut dili yanlış seçilmiştir.

Geçiyoruz.

İlle de devlet büyükleri mesaj yayınlayacak değil; benim Cumhuriyet mesajım şöyle: Ey Türk milleti, Cumhuriyet lâfzı, devleti tesmiye ettiği için mânidardır; bir idare şekli olarak Cumhuriyet'i tebcil edip yüceltmek, sanki bu ülkede Cumhuriyet'e muhalif olanlar varmış gibi uydurma bir düşman cephesi yaratmaya hizmet ediyor ki, şahsen bu fikri tasvib etmiyorum. Her 29 Ekim'i ben, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş gününün bayramı olarak anlıyor ve değer veriyorum.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti halkıyla, teşkilatıyla, yeryüzünde mânidar bir parantez teşkil eden coğrafyasıyla pâyidar ve mes'ud olsun!

Geçiyoruz.

Bayramda camilere bayrak asılması yolundaki ısrarlı teklife (yoksa tehdid mi demeliydik?) itaat eden Diyanet, psikolojik açıdan edilgen duruma düşmüştür. Bu teklifi yapanların maksadı, "bu dinciler nasıl olsa camilere bayrak asmazlar, şeriatçı damarları kabarır, efelenirler" fikriyle Diyanet'i baskı altına almaktı. Bu ülkenin ahalisi ve cami cemaati bayrağından gocunmaz, Türk bayrağının iffet ve onurunu korumakta titizliğini vaktiyle bütün cihana isbat etmişti; şimdi ise bu husustaki samimiyeti kendinden menkul bir köşe yazarının kurnaz sualine açık düşmemek için "halecan" içindedir.

Bunu da geçiyoruz.

Sabah gazetesi dün "Orhan Pamuk'a dosttan kazık" başlığı altında ilginç bir haber verdi. Ermeni soykırımını savunan tezleriyle tanınan Taner Akçam, ABD'de yayınlanan kitabının arka kapağında, Nobel ödüllü Orhan Pamuk'un vaktiyle kendine yazdığı mektuptan bir alıntı koymuş; bu alıntı şöyle imiş: "Bu kitap, hayatını, olayları tarihsel kayda geçirmeye adamış cesur bir Türk akademisyen tarafından yazılmış ve Osmanlı Ermenilerine yönelik organize yok edişin kusursuz bir muhasebesidir." Taner Akçam, Sabah'ın haberini doğrulayarak muhabire kitabı için niçin "Bir utanç eylemi" adını tercih ettiğini şöyle izah etmiş: "Atatürk bunları 24 Nisan 1920 tarihinde Meclis'in kapalı oturumunda söylemiştir. Bir gerçeği dile getirmiştir. Benim de inandığım bir söz olduğu için de isminin Atatürk'ün sözlerinin olmasını istedim."

İşte bunu geçmiyoruz!

Eğer Taner Akçam, M. Kemal Paşa'nın 24 Nisan 1920 günü (24 Nisan 1336 Cumartesi, 4. celse, saat 16.05) yaptığı konuşma metnini bizim ve diğer Türk okuryazarlarının henüz bilmediği bir kaynaktan almadı ise, ya yalan söylemekte veya söylenen sözleri çarpıtmaktadır. 1. Meclis'in kapalı oturumda yapılan konuşmalar, TBMM desteği ile İş Bankası tarafından 1985'te yayınlanmıştır. Bu satırları yazmadan önce 4 cilt tutan bu zabıtlarda adı geçen konuşmayı bulup satır satır taradım. O celsede Ankara mebusu Mustafa Kemal Paşa'nın konuyla ilgili söyledikleri aynen şöyledir:

"Biz İngilizleri, Amerikalıları, aleyhimizde tahrik etmemek için ve her nasılsa harb-i umumide yapılmış olan vak'anın tekerrür ve tevalisine dair hiçbir zan ve şüphe vermemek için..." (A.g.e., s. 4)

M. Kemal Paşa bu uzun ibarede "bir utanç eylemi"nden bahsetmiyor, "her nasılsa harb-i umumide yapılmış olan vak'a" diyor. Arada çok mühim bir fark var; bu farka en hafif tabirle çarpıtma, daha ağır bir deyişle iftira derler.

Taner Akçam, gizli Meclis zabıtlarını TBMM neşriyatından daha sağlıklı bir kaynaktan okudu ise biz de bilmek isteriz; yoksa müfteri durumunda kalacaktır ve hakiki "Shameful fact" budur!


Kaynak (Arşiv)