Gaziantep'e sitemler, selamlar...

İlkokulun son yıllarında olmalıyım; belki daha erken. Rahmetli Mehmet Dayım, herhalde yeğenine bir armağan olsun diye beni trenle Gaziantep'e götürmüştü.

Çarşıda aşevi tarzında işleyen bir dükkânda uzun tahta sıralar ve masalara oturup sulu yemek yediğimizi, oradan dar avlulu, asmalı bir küçük çarşı mescidinde, biraz da dayımın teşvikiyle yarım-yamalak bir çocuk namazı kıldığımı hatırlıyorum; bir de daracık sokağın iki yanına sıralı taş evlerden birine girmemiz, orada "Kaçakçı" denilen bir adamın bize kumaşlar, porselenler vs. göstermesi, ardından Atatürk heykelinin bulunduğu şehir merkezi ve istasyon. Narlı üzerinden aktarma ile memlekete dönüş. Takriben elli yıllık hâtıra. Adı geçince hemen kaçakçıları hatırlatan, sıcak, fantastik bir güneydoğu şehri, silik hâtıralar; fakat bu defa Gaziantep'i biraz daha yakından tanımak fırsatı buldum.

Kore Harbi'nin son yıllarına yetişebilen bir askerimiz, ateşkes ilan edildiği için tek tüfek patlaması duymadan gazi olup memleketine dönünce, babası, "Kimbilir oğlum ne kahramanlıklar yapmış, ne çatışmalar görmüştür" diye soruyor; bunun üzerine bizimki başlıyor anlatmaya:

-Zabah gahtık, yemah yadıh. Gemiye bındıh; bir yemah daha yedıh. Getdıh getdıh, ahşam oldu; yemah yedıh yattıh. Zabah gahtık, yemah yadıh, gettıh gettıh bir yemah daha yedıh...

Bu tarz üzre günlerce süren gemi askerliğini ballandıra ballandıra anlatmaya koyulan askeri babası sıkıştırıyor;

-Boşver yemehı ıçmehı; harpta nelar gordün, onu anlat!

-Bir zebah yemah yedık; Koraya vardıh. Gemiden ındıh; harb bitti dediler. Bir yemah daha yedıh, tekrar gemiye bındıh; gettıh gettıh...

Meselenin biraz ballandırıldığı aşikâr görünüyor fakat Gaziantep'te başımıza gelenler, biraz Koreli gazinin hikâyesini andırmakta. Tokluktan neredeyse inleye inleye dönüş yoluna düştüğümüzde, her biri bir lezzet tufanını andıran Antep sofralarında her dakika biraz daha uzaklaşıyor olmanın sevinci kapladı hepimizi. Evet sevinç, çünkü Antep mutfağı karşısında, "Ben almayım... Peynir ekmek yok mu... Perhizdeyim... Dokunuyor..." gibi sıradan bahanelerin mânâsı kalmıyor. "Mert dayanır, nâmert kaçar; meydan gümbür gümbürlenir, hayda bire pehlivan" diye kendi kendimize elense çekip ucundan kenarından sofraya bulaşıyor, yarım saat sonra bîtab bir halde iskemleye yığılı kalıyorsunuz. Kaçınılmaz!

Salih Zengin'in kulakları çınlasın; "Sonradan gurme" olmadığım için size Antep mutfağını yeniden anlatacak değilim; şu kadarını ifade edebilirim ama, dünyada bu kadar lokanta, kebabçı, baklavacı vesaire pek az beldede bir araya gelmiştir.

Nitekim dönüş uçağında hemen herkesin elinde bir baklava veya fıstık ambalajı görünce cümleten bastık kahkahayı...

Gaziantep'te Zeugma rüzgârı esiyor; haberi önce basında görmüş pek aldırış etmemiştim; "Bizimkiler mozayik müzesi yapmışlar işte" diye düşündüm fakat daha müzeye yaklaşırken fikrim değişti. İyi mimarlık ürünü güzel ve büyük bir bina; içinde dünyanın en ilginç, en fantastik, en değerli, en görülesi ve en güzel mozayik panoları. Işıklandırma, sergileme, bilgilendirme olağanüstü bir hünerle bir arada.

Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'dan pek hazettiğim söylenmez ama tamamlanması için özel gayret sarf ettiği bu eseri kazandırdığı için kendisine teşekkür etmekten zevk duyuyorum, lâkin bazı notlarım var...

Bir: Zeugma müzesi dünyanın her yerinden ziyaretçi celbeder, burası muhakkak. İki: 1800 sene öncesinin Anteplileri, şimdiki hemşehrileri kadar keyif ehli imiş, onu öğrendik. Üç: Tamam, Helenistik-Roma döneminin eserleri de bizim iftiharımız, malımız, mülkümüz. Severiz, koruruz, sahipleniriz eyvallah fakat Zeugma'ya gösterilen ihtimam ve dikkatin bir mislini İslâm-Türk eserlerinin sergilendiği bir müzede görmezsem burkulurum.

Bu müze müthiş bir şey sevgili Antepliler. Tamam, farkındayım; öyle kültürdür, sanattır, edebiyattır, sosyal faaliyettir pek umursamıyorsunuz. Allah ağzınızın tadını bozmasın; daha çok kazanınız, zengin olunuz; hayrınız da artsın fakat burjuvalaşmak yolunda dev adımlarla ilerlediğiniz bu kulvarda, bilmelisiniz ki sanattan kültürden anlamayanı pek adam yerine koymazlar. Şehirde bu hizmeti ifa etmek için çırpınan kuruluşlarınız var; biraz ilgi, biraz şefkat, biraz destek lütfen. İşte Yazarlar Birliği Gaziantep Şubesi. Nimettir Gaziantepliler, nimet; kadrini biliniz!

İşte açıkça sitem ediyorum: Şehrin en iftihar edilesi evlatlarından Mitat Enç'i anmak için üniversitede (sabahın onunda ama) düzenlenen toplantıda Antepliler azınlıktaydı; öğleden sonra Belediye'nin işlek bir kavşağa diktiği anıt-kitâbenin açılışı ise, eminim herhangi bir kebapçı dükkânının açılışından daha az ilgiye mazhar olabilmiştir!

Ertesi günün mahâlli gazetelerinden birinde pul iriliğinde bir fotoğraftan başka yansıma görmedim. Şaşırdım, üzüldüm; ayıplamak haddim değil ama...

Haydi, bir güzellik daha yapayım Anteplinin ehl-i dil takımına; İmam Çağdaş'ın, siz bilemediniz yüz metre civarında Gaziantep Mimarlar Odası Mitat Enç'in dede evinin bir kısmını restore ettirip, "Selamlık sohbetleri"ne açtı. Kahvesi, çayı güzel; sohbeti eksik. Uğrayınız efendim, ihyâ ediniz...

Gaziantep Mimarlar Odası yönetimine teşekkürler; bu güzel çalışmanın diğer mimar odalarına örnek teşkil etmesini diliyorum.

Bağrı açık, havası temiz, insanı güleç ve neşeli bir şehir Gaziantep. Şehirleşme tarzı, diğer Anadolu şehirlerine göre biraz daha iyi; vaktiyle şehri yönetenler büyük yanlışlar yapmamışlar. Şehrin münasip yerlerinde garip abideler görmedik değil fakat o kadar kusur kadı kızında da bulunur.

Sevgili Gaziantepli kardeşlerim, sürç-i lisan ettimse affediniz; dostluğunuz ve özellikle yemek sofralarında arkadaşlığınız dünyalara değer; birkaç küçük sitemi hoş görmenizi dilerim.


Kaynak (Arşiv)