Garip, gülünç bir boykotun hikâyesi

Tarihin ilginç bir kesitine şâhid oluyoruz. Türkiye’nin en köklü siyasi kurumu halkın meclisini boykot ediyor.

CHP, yetkili bir sözcüsü aracılığı ile, “Tutuklu arkadaşlarımızın aramıza katılmasını sağlamak için gerekirse dört sene yemin etmeyeceğiz” açıklamasını yaptı. Sadece şu söz bile CHP’nin Meclis’i, üzüm yemekten çok bağcıyı dövmeye aracı gibi gördüğünü izaha yeter.

Bu bir akıl tutulmasıdır ve pek çok CHP’li vekil tarafından doğru bulunmadığı tahmin edilebilir. Yasama görevini yapmaktansa Ergenekon tutuklularının yanında yer almayı tercih eden CHP, esas varlık sebebini tartışılır hâle getiriyor. Kaldı ki avukatlık şirketleri bile, müvekkillerini savunurken belirli bir usûl hukukuna riayet ediyorlar. CHP bu yolda usûl tanımıyor ve tâ başından beri sürdürülemeyeceği açık bir kapana kendi irâdesiyle girerek kendini bir sistem ârızası hâline getiriyor; sistemin tıkanmasını, bunalım çıkmasını, havanın puslanmasını ve ortalığın karışmasını istiyor; bunun için elinden geleni, aklından geçeni, bütün saçmalığına rağmen yerine getirdi.

Bu politika sürdürülemez bir mâhiyet gösteriyor. Bırakınız dört seneyi, parlamentonun ilk beş birleşiminin sonuna kadar kararlarını yeniden gözden geçireceklerini bekleyebiliriz. Anlaşıldığı kadarıyla CHP yönetimi, hükümetten ve Meclis yönetiminden “Şerefli bir ricat” için anlayış bekliyor. Çocukça bir sebepten dolayı sofraya küserek açlık grevine giren çocukların, yan gözleriyle sofradan birinin dâvetini beklemesini andırır bir durumdur bu.

İdeolojik angajman, partinin kurum kimliğini eziyor, soluksuz bırakıyor.

Demek ki Cumhuriyet’in ilk ve en kadîm partisi olmak CHP için bir mânâ ifade etmiyor. Bütün kararlarını ve siyasi meşruiyetini Meclis’te arayan efsânevi bir genel başkana, Atatürk gibi bir ilk genel başkana sahip bulunmak da CHP için anlamsızdır. CHP bakımından Meclis ikincil bir anlam ifade ediyor artık. Onların birinci öncelikleri, neye mal olursa olsun, isteklerini hükümete, Meclis’e, milli iradeye, hukuka ve topluma dayatmak ve kabul ettirmektir.

Böyle olmaması gerekirdi. Türkiye’nin hukuk nizamını şikâyet etmek için uluslararası kuruluşlara ve yargı makamlarına başvurmayı bile çare gören CHP’nin, her şeyden önce kendisini destekleyen insanların vekâletini yerine getirerek çözümü Meclis içinde araması beklenirdi.

Mütemadi seçim mağlubiyetlerinin CHP’de kimyevî bir tepkiye yol açtığı anlaşılıyor. Seçim esnasında Başbakan’ı “Senin kimyanı bozacağım” diye tehdit eden CHP Genel Başkanı’nın, kendi kurumundaki asit yoğunluğunu dikkatten kaçırması çok şaşırtıcı.

CHP’yi bu akıl almaz açmaza hangi saikin sürüklediğini sonradan öğreneceğiz elbette; görünürdeki akla yakın sebep, bugüne kadar büyük desteğini gördüğü bürokratik kurumların, bu defa CHP’den bir hizmet talebinde bulunması olabilir. Neredeyse bürokrasinin (Ordunun, yargının, üniversitenin, beyaz yakalıların) partisi olarak vücut bulan CHP’nin bir vefa borcu ödediğini düşünebilir miyiz? Göze aldığı yüksek mâliyetler, CHP’nin rasyonel ve mâkul çizginin dışına çıkacak kadar kendisini borçlu hissettiğini hatırlatıyor. Oysaki CHP’nin kendini devlet kurumlarına ve bazı darbe teşekküllerine değil doğrudan halka medyûn-ı şükrân hissetmesi beklenirdi.

Bu bildiğimiz, alışageldiğimiz CHP değil artık; bu, aşırılıkta neredeyse BDP ile üslûp yarışına girişen marjinal noktalara savrulmuş bir parti manzarasıdır.

Kılıçdaroğlu ile birlikte CHP, hem sevdiği “Yeni CHP” sıfatının içini, ne yazık ki, kendisinin de hoşuna gitmeyecek şeylerle dolduruyor. Âkıbet görünüyor, “Yeni bir CHP” ufukta görünüyor, fakat yeni CHP’nin eski zihniyetinden kimleri sırtında taşıyacağı muammâdır; öyle görünüyor ki, demokrasi tarihimizin en tuhaf, en çocukça ve en absürd eyleminin sorumluluğunu üstlenen şimdiki yöneticiler, CHP’nin yeni yüzünde mevcut olmayacaklar ve tasfiyeye uğrayacaklar.

Ve onlardan geriye tuhaf, garip, gülünç bir hikâye kalacak...


Kaynak (Arşiv)