Galatasaray'da irticâî yapılanma!

Türk futbolunda ve Türk mentalitesinde Galatasaray'ın açtığı istisnâ parantezini korumak zorundayız. Geçen yıl GS'ı şampiyon olduğu için değil, çok iyi mücadele ettiği ve o kahrolası küçüklük kompleksinden eser göstermediği için desteklemiş ve sevmiştik.

O istisna parantezinin içini sadece Sarı-Kırmızı renkle doldurmak hatâdır. GS, bir anlamda Türk mentalitesinin koçbaşı gibiydi; geçen sezon hepimizi gururlandıran şey, işte bu sebepten ötürü şimdi hepimizi ilgilendiriyor ve üzüyor. Beşiktaş, o istisna parantezinin açtığı mantık kalkanının sayesinde bu yıl, ananevi mantığını Avrupa pazarına çıkarabildi. Aldığı başarısız sonucu önemsemiyorum; Beşiktaş, gelecek yıl için büyük tecrübe kazandı ve çok iyi mücadele etmesi gerektiğini öğrendi; bu sadece bir futbol hadisesi değil, bir mantık irtifâıdır. Fenerbahçe ise çağdaş mantığın meydan okumasına (challenge) cevap vermek noktasında eski mantığın konformizmini tercih ettiği için küçük lig başarıları veya başarısızlıklarıyla bu yılı da harcayıp gidiyor.

Galatasaray yönetimi, Osmanlı Türkiyesi'nin garba yönelmiş ilk çehresi olan "Sultânî" rûhunu temsil görevinde bazen "alaturka" zaaflar gösteriyor. Fatih Terim'in karizmasını "Sultânî" teceddüd rûhu içinde temessül etmek zahmetinden çekindiği için onun yerine Lucescu'nun tercihi tam mânâsiyle "irticâî" bir hamle sayılmalıdır. Gariban güreşçi kamplarında irticâ kokusu arayanların, bu cins bir irticâ hamlesini sezebilmeleri mümkün mü? Ligin ilk on maçı oynandı. Şampiyonlar Ligi'nde ilk tur maçları sona ermekte: Lucescu'nun Galatasaray'ı çağın temposunun çok gerisinde, yavaş, ürkek ve inançsız bir oyun felsefesinin yorgunluğu altında perişan bir sıra takımı görüntüsü veriyor.

Kenarda buruşuk pardesülü, yakası kıvrık ütüsüz gömleği, yana kaymış kravatı ve en önemlisi inançsız bakışlarla sahayı seyreden bir adam; vücut dili yok! Belli ki o da bizim gibi iki dünya arasına sıkışmış bir Balkanlıdır. O haliyle Eminönü meydanını dolduran kalabalık arasından sıyrılıp yanınıza gelse, inşaatlarda yatıp kalktığı, yevmiye üç dolarlık gayrımuntazam bir işe bile razı olduğunu söyleyerek sizden yardım istese yadırgar mısınız? Futbol kariyerinin parlaklığı yolundaki iddialara gelince, bu sakın bir efsane olmasın? Galatasaray, "futbol mücadelesi" konusunda geçen yıl Avrupa'nın en başarılı ekibiydi; böyle bir ekibi, ağır defansı ve yorgun orta sahası arasında çaresizce çabalayan ve kendi kalesine geri pas yapmayı bile beceremeyen bir pısırıklık hâletine sokan bir teknik adamın kariyerinden şüphe etmekte haklıyız.

Çarşamba gecesi oynanan Monaco deplasmanında takım, sanki kenar yönetimini protesto edercesine lif lif dağılan bir inançsızlıkla sahada sürünüp durdu; yenilgi üzerinde durmuyorum; ama inançsızlık ve mücadele ruhundan mahrum olmak ayıplanır. GS, sanki hocasına isyan bayrağı kaldırırcasına koşmuyor, yürümüyor, mücadele etmiyordu; skor, gurur kırıcı raddeye vardığında ise oyunu çevirecek takat ve inançları kalmamıştı. Dokuz kişi kalmış, panik içinde ve yorgun Monaco'ya kendi oyununu kabul ettiremeyen bir Lucescu'nun hâlâ GS'a verebileceği şeyler olduğunu düşünmek, saflığın hudutlarını zorlar. Bu bir yenilgi değil skandaldır ve GS'ın üst yönetimi, bu skandalın tek sorumlusudur!

Yöneticiler belki de hiç inanmadıkları başarıların altında ezilmiş gibi bir intiba veriyorlar. Terim şart değil; ama onun yerine gelen onun kâ'bını doldurmalıydı. Bu noktada Lucescu'u seçen yönetim aslında kendi ufkunun sınırlarını da fâş etmiş oldu. Takım içindeki Romen dayanışmasının ne kadar zararlı boyutlara ulaştığı yolunda korkunç dedikodular yapılıyor; sahada görünene bakalım. Hagi, artık bir takım oyuncusu vasfından sıyrılıp bir futbol cambazı kimliğini benimsemiş bulunuyor, bu tutumun GS'a çok zarar verdiğini defalarca gördük. Denetimsiz kalmaktan ötürü kontrolden çıkmış egosu, neticede babası yaşındaki Lucescu'yu binlerce kişinin gözleri önünde aşağılamaya kadar vardı. Bu hadisede Lucescu'nun tepkisi olgunluktan çok ezikliği andırıyordu. Aynı küstahlığı yapan bir başka Türk oyuncuya karşı hücum ederken müracaat ettiği mantık hiç de Avrupaî değildi; iki dünya arasında sıkışmış bir Balkanlı mürailiğinden ibaretti ve bu mürailiğin diğer oyuncular tarafından hissedilmemesi imkânsızdı. Bana göre Monaco maçındaki "protest" oyunun gerçek sebebi budur. GS yönetiminin bu laubaliliklere seyirci kalması, onları da bir topluluk halinde Lucescu'nun "ezik" mantığı etrafında buluşturuyor.

Graz ve Monaco deplasmanlarında GS'ı saha kenarından takımın çamaşırcısı veya gece bekçisi yönetmiş olsaydı, şüphesiz bundan daha iyisini yapardı. Türkiye liglerinde GS'ın Lucescu'ya ihtiyacı yok; Avrupa maçlarında ise başarısız. E, her şeye baştan mı başlamak gerekiyor; bizim hiç "birikim" avantajımız olmayacak mı?

GS, geçen sene binbir emekle açtığı o güzel çığırı, kötü yönetim yüzünden kendi elleriyle kapatıyor ve buna hakkı yok; kazanılan başarılar, sadece GS camiasına mal edilemeyecek kadar anlamlı ve genişti; bu anlamın kaybedilmesi bir "geri adım"dır, eski tâbirle irticâdır ve gerçekten anlamlı bir iş yaptıklarına inanıyorlarsa, kendini irticâ ile mücadeleye ehil gören çevreler, Türk mentalitesinde çağdaş standartlara ulaşılmasını engelleyen bu gerici zihniyeti de tehdit konsepti içinde almalılardır.

Güle güle Lucescu, senden alabileceğimiz hiçbir şeyin kalmadığını gördük; güle güle GS yönetimi, tarih sizi tasfiye etti bile!


Kaynak (Arşiv)