Gaak!

Maden işletmesinde son teknolojileri öğrenmek için bakanları Rusya’ya, Çin’e, ABD’ye veya Almanya’ya göndermeyi ancak Soma faciasından sonra akledebilmeyi de, Tanzimat Türkçesi’nin tâbiriyle bir “intibah” saymalıyız, yani uyanış; halbuki kendi ifadesine göre o, madenlere yabancı değildir:

“Başbakanınız kömür ocaklarına inmiş bir başbakandır. Bakanlarım da kömür ocaklarına inmişlerdir, onlarla yemek yiyen bir ekibiz biz (...) Kömürün çilesini çeken biziz, en zor işlerde ölümle burun buruna çalışan biziz. Biz oralardan geliyoruz, her an zaten oralardayız.”

Her an zaten orada olan birilerinin aynı konuşma içinde, “Maden ocaklarına bizde olmayan gerekli teknolojileri getireceğiz” vaadinde bulunmasını yadırgamıyoruz; burada yadırganması gereken şey, madenlerde işçilerle birlikte yemek bile yemek fedâkârlığında bulunan bir siyasi heyetin, bağdaş kurdukları madenci sofrasında yanındaki işçiye dönüp, “Kardaş, bu ağır işte çalışırken evine kaç kuruş para götürüyon; çalışma şartlarından, vaziyetinden memnun musun hele kurban?” diye sormayı bir türlü akledememiş olmasıdır!

Meğer madencilikte hâkim istihdam şekli taşeronluk imiş; ben bunu bilmiyordum, yeni öğrendim; bazılarının bu basit ve çıplak gerçeği hâlâ öğrenememiş olması ise pek şaşırtıcıdır.

Nedir taşeronluk, öğrenelim: “Kölelerin” yıllık izin, kıdem tazminatı ve rapor gibi temel haklarını bile kullanmasını engelleyen, büyük çoğunlukla asgari ücret mâliyetinde bir istihdam modeli. 10 kişilik işi 7 kişiye gördürmek, 8 saatlik standart mesai saatine aldırış etmeden “köle”ye fazla mesai için yüklendikçe yüklenmek, düzenli maaş vermemek, hafta sonu izinlerini bazen sakata getirmek, tazminat diye, işvereni tâciz etmesin diye 11 aylık “Köle”yi işten çıkmış gibi gösterip iki gün sonra yeniden boyunduruk vurmak, yıllık izin haklarını ketenpereye getirmek, ücretlerinde artış yapmamak, bu sistemin bizdeki en tatlı uygulamaları arasında!

“Kölelik” tâbirini kasten kullanıyorum. “İbret alınmazsa tarih tekerrür eder” hikmetinin tecelli ettiği yer: Bakmayınız uluslararası anlaşmalarla köleliğin bir asır önce kaldırılmış olmasına. Başkaca eve ekmek götürme şansı olmayan gariban evlatlarını, bizdeki taşeron uygulamasına göre istihdam etmek, köleliğin en “çağdaş” yorumudur. Ekmek parasını kaybetmemek için sesini çıkaramayan ucuz iş gücünü bunca ağır çalışma şartlarına sürüp, ellerine asgari geçimlik seviyesinde ekmek tutuşturmak ve anamın tâbiriyle “yesir” gibi çalıştırmak köleliğin daniskasıdır. İki asır önce proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi yoktu; bugün ise zincirin adı ekmek parası olmuştur. Ne değişti?

Ekmek parası uğruna bir an önce madene inmek için sabırsızlaşan taşeron işçi kardeşlerim, sabrediniz; bakanlar (daha önce hiç haberdar olmadıkları) son model maden çıkarma teknolojileri için inceleme gezisi yapsınlar, 2023’e kalmaz madenlerimizi de ıslah ederiz!

Sadece âdil olmakla yetinmeyelim, iyimser de olalım; neticede kargaların bile kalbini kırmaktan çekinerek konuşan, son derece mülâyim, sevgi dolu bir fikr-i müdîrin idaresi altında bulunuyoruz; netekim şu cümleden fışkıran rikkat ve şefkat hissine dikkat buyrunuz: “Bütün mesele ‘kılavuzu karga olanın’ meselesi. Kargaya da hakaret etmeyelim...”

İşte, Yeni Türkiye’yi bir sevgi yumağı gibi birleştirmeye, Atatürk’ün postuna oturmaya (Partili Cumhurbaşkanı!) ve bir merhale sonra âlem-i İslâm’a halife sıfatıyla önderlik etmeye her yönüyle lâyık bir insan; boşverin siz insan haklarını filan, hayvan haklarına bile bu derecede saygılı biri.

Ne var ki bendeniz galiba nankörler zümresindenim; bu cümleyi dinleyince oturduğum yerden “Gaak” diye bağırmışım.

“Gaak” da ne demek diye merak edersiniz; kim ne anlıyorsa odur;

-Gaak!


Kaynak (Arşiv)