Futbol artık çok sevimsiz
Kumarbazlar hîle yapabilirler ama kendilerine hîle yapılmasına kesinlikle hoşgörüyle bakmaz, öfke duyarlar; bu tesbit, bütün kumarbazların hilekâr olduğu anlamına gelmiyor, sadece “oyun ahlâkı”nın gerekliliğini vurgulamak amacında.
Her neviden oyunu çekilir ve câzip kılan oyun ahlâkıdır, yani oyunun kuralları; oyun ahlâkının vazgeçilmez kurallarından biri şudur meselâ; “Oyun esnasında kural değiştirilmez, böyle şeyler oyun sonrasına ertelenir.
Bazı insanlar futbolu sevmez, hatta aşağılayıp küçümserler; dinî açıdan da matah bir şey sayılmaz ama futbol bile, kendi oyun ahlâkı ve kuralları çerçevesinde “bir şey” olmak mertebesine yükselebilir; oyunu kuralına göre oynamak şartıyla ama.
Takriben on aydan beridir, futbolla biraz ilgisi olan hemen herkesi ister istemez ilgilendiren bir şike soruşturması süreci yaşıyoruz; bu soruşturma, sanki turnusol kâğıdı imiş gibi futbolla ilgilenenlerin oyun ahlâkı ile ilişkisini açığa çıkardı, peçeleri indirdi.
Sonunda şöyle bir manzara çıktı ortaya:
-Bazılarımıza göre gerçeğin tek başına saygı duyulacak bir özelliği yoktur; gerçek, bizi desteklediği noktaya kadar anlamlıdır ve eğer aleyhimizde ise onun reddinde, yok sayılmasında mahzur yoktur!
-Spor veya daha ince çizgilerle futbol sevgisi, Türkler için anlamsızdır; biz futbolu değil kulüp taraftarlığını seviyoruz. Varlığımızdaki bütün eksiklikleri, kulübün teşkil ve temsil ettiği sembollerle özdeşleşerek telâfi yoluna gidiyoruz. Bu çare, sorumluluk bilinci mânâsında ferdiyet teşkilini engeller, hatta geriletir. Bu bakımdan şike meselesi etrafındaki taraf alışlar, sadece sportif bir kümelenme değildir, mesele vahim derecede ahlâkidir.
-Millî irâdeyi temsil eden Meclis, gelişmelere karşı kayıtsızdır; önce talep üzerine hayli sert bir “oyun ahlâkı” kanunu çıkarmış, aradan birkaç ay geçtikten sonra aynı kanunu yine talep üzerine hafifletmekte beis görmemiştir. Partiler, “Futbolda oyun ahlâkı” konusuna “ne kadar taraftar desteği kazanır veya kaybedebilirim?” hesabıyla yaklaşmaktadırlar. Hükümet de aynı zihnî tutum içinde kararsız, hatta biraz mahcup görünüyor. Radikal bir tarzda meseleye yaklaşmanın büyük destek kaybına yol açabileceğinin farkında; ateşe bir kere el uzatmış ve pişman olmuş bir heyet olarak gelişmeleri onlar da seyirci tribününden seyretmeyi tercih ediyorlar.
-Futbolu yönettiği varsayılan özerk kuruluş, varoluş sebebini ipe çektiğini bile fark etmeden şike krizini, kulüplerin en az zarar göreceği bir şekilde yatıştırıp unutturmaktan başka emeli kalmamış bir heyet görüntüsü veriyor. Şöyle özetleyebiliriz: Eğer, soruşturma TFF’nin disiplin uzvuna kalmış olsaydı bütün sanıklar beraat edecek, zanlılar aklanacak ve şike bir cürüm olmaktan fiilen çıkacaktı.
-Futbolun marka değeri kavramı, hakikatin değerine hiç göz kırpılmaksızın galebe ettirilmiştir. Oysaki futbolun, oyun ahlâkının dışında ve üstünde bir marka değeri geliştirmesi düşünülemez; o yüzden Avrupa’da ve dünyanın hemen her yerinde oyun ahlâkı üzerine düşen en küçük bir tereddüt gölgesi bile çok ağır ve ciddi şekilde soruşturulmaktadır. Sebebi açık, hile uygulandığı bilinen bir kumarhaneye, en evvel kumarbazlar iltifat etmez.
-Gelişmelerin, izafi olarak olumlu tek yönü, bir kısım sâkin ve mâkul taraftar kitlesi üzerinde yapacağı aydınlatıcı tesirdir. Soruşturma, futbol dünyasının karnını yarıp iç organlarını görünür hâle getirdi ve görüntünün bir miktar bilinçli taraftar kaybına sebep olması beklenebilir. Konunun olumsuz yanı, kulüplerin daha çok fanatik taraftar kontrolüne ve yörüngesine girmesi olacaktır.
Bu gelişmelerin Türkiye’de futbolu kaç yıl geriletebileceği, doğrusu hiç umurumda değil fakat hakikat duygusunun kolektif bir şekilde, bir blok hâlinde zedelenmesi, “Benim takımım şike yapmış olamaz” inancının, müthiş bir tersine imân ateşiyle benimsenmesinden çok endişeliyim. Futbolun oyun ahlâkına sirayet eden “hakikate karşı duyarsızlık”, futbolla sınırlı kalmıyor çünkü; hayatın bütün şubelerine yayılıyor.
Taraftarlık gayretiyle hakikat duygusuna kıymayalım. Korkum ve endişem budur.