Fikretçi takımının hâl-i "piyastos"udur!
Lise yıllarında sağ-sol meselesi henüz görünür halde değildi; daha ziyade edebiyat derslerinde karşılaştığımız Tevfik Fikret-Mehmet Akif zıtlığı dikkatimizi çekerdi; buna göre Tevfik Fikret ilerici bir şairdi, Âkif ise -şaşıracaksınız- "dinci". Az önce Kültür Bakanlığı'nın resmi web sitesine baktım; Tevfik Fikret yine aynı sıfatla yâd ediliyor: İlerici.
Fikret'in ilericiliğinde iki kaba-saba karîne var: İlki, meşhur Tarih-i Kadîm şiirindeki şu mısraları: "İşte hürriyet-i hakikiyye: Ne muharip, ne harb u istila, / Ne tasallut, ne saltanat, ne şekâ /Ne şikâyet, ne zulm ü istibdad /Ben benim, sen de sen, ne Rab, ne ibâd". İkincisi "Bir Lahza-i Taahhur" şiirindeki meşhur, "Ey şanlı avcı dâmını bîhude kurmadın/ Attın fakat yazık ki, yazıklar ki vurmadın!" mısrâı.
Fikret ilk şiirinde vülger materyalist bir dünya görüşünü savunduğunu ifşâ ederken ikincisinde Ermeni komitacılarının II. Abdülhamid'i öldürmesi için tertip ve finanse ettiği bir suikast dolayısıyla Belçikalı Anarşist Edvard Jorris'i "şanlı avcı" mertebesiyle taltif ederek açıkça hayıflanır: "âh, attın fakat isabet ettiremedin!"
Ben Fikret'i hiç sevmedim, Fikret'i tutanlar 70'li yıllarda "ilerici, solcu, devrimci, Goşist kimliğini benimsediler. Ben dünyaya bakışta iki zıt kutbu temsil eden şairler arasında Âkif'i sevdim ve benimsedim. Abdülhamid'i sevdiği için değil -şaşırtıcıdır, Âkif de aynı yıllarda Abdülhamid'den nefret eder-; daha ziyade "Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek" mısrâındaki karakter metânetine hayran olduğum için. Fikretçi arkadaşlarla yolumuz orada ayrıldı, her birimiz -doğrudur yanlıştır- kendi vâdimizde yürüdük, fakat o nokta sahici bir yol ayrımıydı. Şimdi yine galiba o aynı yerdeyiz.
Dünün Fikretçileri kaahir ekseriyetle, yarım asır evvel 27 Mayıs Darbesi'ni desteklemişlerdi; Şanlı avcı bu defa işi yarım bırakmamış, dâmını (tuzağını) iyi kurmuş, avını acımadan yere sermişti. Bugün hâlâ aynı heyecan üzre olduklarını görmek, fikir tarihimizin derin akıntılarını bilenleri şaşırtmıyor. Meşrutiyet'in Fikretçileri, 1960 ilkbaharında 27 Mayısçı idiler; bugün ise üç aşağı beş yukarı aynı fikri terennüm ediyorlar: "Ergenekon da nedir, fasarya, fasa-fiso; henüz iddianamesi bile yok" veya CHP genel başkanı'nın altın yaldızla yazılası sözleriyle, "Yazarları, terör örgütü peşinde dağlarda canını tehlikeye atmış generalleri gözaltına alacaksın, sonra da temiz eller operasyonu yapıyorum diyeceksin. Sen elini onlardan çek, yanındaki enerji mafyasına, ihale mafyasına bak!"
Bu hayal kırıklığının sebebi açık: Avcı bu defa dâmını kurdu fakat tutturamadı, argo tâbiriyle "piyastos" oldu, bugünün Fikretçilerini esefle hayıflandıran bir nevi "cürm-i meşhut" tatsızlığıdır.
Darbeciler bu defa başarılı olamadığı için, kolpa cılk çıktığı için, Cumhuriyet tarihinde ilk defa "şanlı" bir darbe teşebbüsü suçüstü edilip, yargının karşısına çıkarıldığı için Fikretçi matbuatımızın mükedder kalemleri eski tabirle infiâl hâlinde, dedelerinin "attın ey şanlı avcı yazık ki vurmadın" mısralarını sûzinâk makamında terennüm etmektedirler; okumakta ve tebessümle mânâlandırmaktayız.
Bâbıâli baskını bu defa tutmamıştır, bir kıratın sırtında, ardında piyade adımlarıyla onu takib eden Yakup Cemil, Mümtaz, Sapancalı Hakkı gibi gözünü budakdan esirgemez namdar silahşörler, biraz geride Talât, biraz daha geride -az sonra- kalabalığı velveleye vermeye hazırlanan meşhur hatib Ömer Nâci ve emsâli bu defa, Harbiye Nazırı Nâzım Paşa'yı tek kurşunla vurup yere serememiş, sadrazamın kafasına revolver dayayıp istifa mektubu imzalatmayı başaramamıştır. (Ödev; bu tiplerin yaşayan numûnelerini de siz bulunuz!)
Kolpacı, darbeci, baskıncı, farfara İttihatçı geleneği bu defa yargının ve hukuk devletinin duvarına tosladı; bugün inşallah genç demokrasimizin ergenlik sivilcilerinden kurtulup yetişkinliğe adım attığı devrin başlangıcı olur.