Fikir sahibi olmak için önce şahsiyet sahibi olmak gerekir
Hâlâ ideolojiler çağında mıyız? Dünya ahvâline bakılırsa soğuk savaş yıllarını hatırlatan bir ideolojik gerilimden eser görünmüyor; Türkiye'ye gelince, batılılaşma macerâmızda okuryazar takımının tâ başta gönül koyduğu medeniyet tercihi izlerini sürdürüyor.
Bizim intelijansiyamız Tanzimat'tan bu yana batıcı karakterini hiç değiştirmedi; solculuk ise batıcı tercihin bir başka türevi olarak intelijansiya arasında hâlâ baştacıdır. 70'li yıllarda zirve noktasına ulaşan sağsol kutuplaşması Türkiye'de eski tâzeliğini korumamakla birlikte etkisini kaybetmedi. Basın, siyaset ve üniversite dünyasında, artık sınırları sarih bir şekilde tarif edilemiyor olsa da sol tercih hükümfermâdır. Sözü getirmek istediğim yer, yıllarca ülkemizde ideolojik kimliğin, şahsiyetin yerine ikaame edildiğidir. Bu garip değerlendirme hatasının yıllarca sürüp gitmesinin başlıca sebebi, belki de ideolojik tercihin sahici bir ihtiyaca cevap vermemesi idi. İdeolojik kimlik bir mânâda otobüslerde kullanılan "paso" kartlarına benziyordu; nâma değil, kullanıcıya göre tanzim edilmişti. İnsanlar bu kimliği kullanarak can güvenliği sağlıyor, arkadaşlık kuruyor, iş buluyor, evleniyor ve çevre ediniyordu. Ne var ki bu kimlik, sûretâ öyle görünmesine rağmen bir fikir ihtiyâcına tekabül etmiyordu. Fikir! Ne dün, ne de bugün gündelik ihtiyaçlar listesine girmedi. Bu yüzden Türkiye'de ideoloji kavramı ile fikir arasındaki münasebetler yok denecek kadar muğlaktır. Bizler yıllarca fikrin kendisini değil, etiketini veya alâmetini taşıyıp durduk. Şahsi özelliklerin kimlik ardında perdelenmesi, hatta sisli karanlıklar altında kalması bir dayanışma rûhu ortaya koydu ve bu tehlikeli bir dayanışma biçimiydi. Deprem çadırında bir araya gelen felâketzedelerin dayanışmasına benzer bir yakınlık ihtiyacı. Bu örnekte dayanışma ihtiyacı ne kadar sahici olursa olsun, bir arada bulunma sebebi "fikrî" bir motifle izah olunamaz, daha ziyade uzvîdir, hâl ile ilgilidir. Bu dönemler, dışardan bakıldığında fikrin yüceltildiği zamanlar gibi değerlendirilebilir ama işin doğrusu kimse fikirle değil, daha ziyade dayanışma ile ilgiliydi. Meselâ, 1970'le 80 yılları arasında solda ve sağda mücadele verenlerin, kendi fikriyatlarını geliştirmek için ortaya koyabildikleri dişe dokunur ve bir te'lif eser nerdeyse yok gibidir. Sol ya da sağ farketmiyor. Sol, okunmayan ama iyi satılan tuğla kalınlığında Marksist tercüme külliyatını sahipleniyordu; dergilerde yazıp çizdikleri ise, zamanında ilgili kuruluşlara "açık istihbarat" hizmeti sağlamak ve sol cenahta safları sıklaştırmaktan başka bir şeye yaramamıştır; o edebiyat (literatür) bugüne hitab etmiyor, yoktur ve sadece dönemi daha yakından tanımak ve anlamak isteyen araştırmacılar için mânâ ifade edebilir.
Acınası yayın fukaralıkları
Sağın milliyetçi kanadı, hepsi aynı anda banyo kazanının sobasına doldurulduğunda bir kazan suyu ısıtmaya kifâyet etmeyecek kadar sığ bir ideoloji literatürüne sahip olabilmişti (tecrübe ile sâbittir!). Milliyetçilerin tercüme desteği almalarına fiilen imkân yoktu; kitap sergilerde bir zamanlar görünüp kaybolan "Kara gömlekliler ihtilâli" veya "Kavgam", en az Marksist külliyat kadar okunmayan ve 70'lerin Türkiyesi'nde genç kuşaklara birşeyler hatırlatmak kabiliyetini haiz bulunmayan şeylerdi. İdeolojik neşriyata gelince, hacmi yukarda tasvir olundu; "ideolojik" sıfatını kullanmak haksızlık olur, daha ziyade parti programını andıran alelâde projeler, doğrudürüst derinleştirilmemiş prensipler ve milliyetçi fikriyatın Türkiye'de olmayan tarihini oldurmaya kalkışan birkaç hâtıra veya müdafaa kitabı. Dışarıdan, özellikle üniversite camiasından "doktriner" destek gayretleri görülmedi değil; bunlar "Büyük dua mecmuası" veya "Evde kendi kendinize nasıl radyo teknisyeni olabilirsiniz?" nevinden el kitapları gibiydi. Ansızın bastıran sel dalgasını yönlendirmek ve hizâya getirmek için alelacele çırpıştırılan "sel yatağı ıslah çalışmaları" kabilinden palyatif, tesirsiz şeyler. Dergi ve gazetelerde yazıp çizilenlere gelince, bizatihi o devri anlama cehdinden başka gayrete şifâsı olmaz ve bugüne hitab edebilen tarafı yoktur.
İslâmcılardan da bahsetmeliyiz; sosyalistler kadar olmasa da onların da istinad edebileceği bir tercüme külliyatı gelişmeye başlamıştı ve bu yeni tercüme edebiyatı hayli etkili oluyordu; özellikle "tağut nizamlar"ın yıkılmasını ve yerine İslâmi hükümetlerin geçmesi gerektiğini öngören anarşist baharatlı tercümeler devrin İslâmcı gençliğini hayli cezbetmişti; ne var ki o cenahta da bereketli bir te'lif faaliyetine rastlanmadı. Türkiye konuşmuyor dövüşüyordu. Ve biz hâlâ fikir denilen şeyin önemli olduğunu zannediyorduk; aslında verdiğimiz bir fikir mücadelesi idi güyâ, fikirler çarpışıyordu, karşı taraf fikrine güvenemediği için silaha sarılıyor, sokaklarda bunun için oluk gibi kan akıyordu. Gerçek şu ki çok az okuyorduk ve esasen okunacak çok az şey içinden çok azını okuyorduk; kanaat sahibi olmak için okumaya ihtiyaç bile yoktu ama fikir sahibi olmak için çok daha fazlasının gerektiği âşikârdı.
Fert yoksa şahsiyet de yok
Bu devrin, nesiller üzerinde meydana getirdiği en büyük tahribat, fikir, ideoloji vesaire gibi kavramların yüksek râyici karşısında şahsiyet kavramının gölgelenmesi oldu. Şahsiyet neydi bizler için? Şahsiyet, inandığımız şey uğruna şahsi fedâkarlıkta bulunabilme cesaretiydi meselâ; iyi "nefer" olmaktı, emirlere itaatti, uysal olmak, kendini en son düşünmek, topluluk içinde bir su damlacığı gibi âhenkli ve dirençsiz akıp gitmekti. Kimsenin "fert" olmasına müsaade edilmiyordu ki onun üzerine bir şahsiyet dokusu geçirilebilsin. Cesaretin en büyük erdem olduğu telkiniyle geçti gençliğimiz. Yönlendirilemeyen cesaretin günün birinde en büyük korkaklığa dönüşebileceğini yaşayarak öğrendik. Model insanlarımız kahraman önderlerdi: Oğuz, Fatih, Che Guevera, Mao ZeDung, İbrahim Kaypakkaya veya Deniz Gezmiş. Kahramanların da ayrıca müheykel bir şahsiyet bütünlüğü taşımaları gerektiğinden haberdar değildik. Duvarlara, pankartlara, kartpostallara "şehit"lerimizin resmini nakşediyorduk; ideal insan tipi onlardı. Toplumun bütün gençlerine birer "savaşçı" ruhu taşıması gerektiği telkin ediliyordu. Şehit, savaşçı, kahraman ve fedâkâr. Belki bir noktaya kadar yüksek erdemlerin işaretleriydi bunlar ama şahsiyetin tamamını inşa edebilirler miydi tek başlarına? Kâmil insan, sadece kahramanlığı ile tanınan bir bütünlük müydü? Neticede sadece merkezin emirlerini yerine getirmekte başarılı "kahraman" tipinin, kahramana ihtiyaç duyulmayan devirlerde nasıl dağılıp unufak olduğunu yaşayıp gördük; dünün kahramanları, gündelik hayatın muhtelif zaruretleri karşısında, daha ziyade emre itaatten başka vasfı bulunmayan kahramanlık vasfının işe yaramadığını çoğu kere farkedemediler bile. Vaktiyle zamanın meydan okumalarına doğru cevap verecek vasıflar kazanacak bir hedef doğrultusunda teşvik edilmemiştik. Eski tip kahramanlıklar, aradan yıllar geçtikten sonra ancak mafya liderliği veya işçiliği cinsinden bir rolle örtüşebiliyordu. Bize tek başına insan olmamız gerektiğini kimse hatırlatmamıştı; gayet iyi hatırlıyorum!
İlk muhalefet nasil bastirilmişti?
Tarihten bahsetmeyi severiz ama bugün için bile bu tip konuşmaların içini bilgiyle dolduracak el kitabı niteliğinde tarih yayını yok denecek kadar kıttır. Tarih Kurumu'nun yetersiz yayınlarını saymazsanız şöyle tek ciltte toparlanmış muhtasar bir İngiltere Tarihi var mıdır meselâ; bir Kilise Tarihi, bir Batı tarihi? Rusya hakkında Akdes Nimet Kurat'ın yıllar önce te'lif ettiği kitap hâlâ tazelenememiştir. Dünya ile ilgimiz zayıf, komşularımızın tarihi geçmişi hakkında derlitoplu bilgi edinebilecek kitap ve kitaplar hâlâ yok mesâbesinde. Size Cumhuriyet'in kurulduğu yıllarda başlayan ilk siyasi muhalefet hareketi hakkında doyurucu bir müracaat kitabı tavsiye edebilirim: "Türkiye Cumhuriyeti'nde İlk Teşkilâtlı Muhalefet Hareketi / Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası"(525 s.). Ahmet Yeşil tarafından doktora tezi olarak hazırlanan bu eserde, devrin siyasi tahlilini tasvir eden çok kapsamlı bölümlere ilaveten şu günlerde hayli merak edilen Musul Meselesi, Şeyh Said isyanı gibi konular hakkında kaleme alınmış etraflı "ek" dosyaları da yer alıyor. Geçen sene yayınlanan bu eseri geç tanıdığım için üzülüyorum. Kitap, vukuf ve ilmi dikkatin ürünüdür. Meraklılarının aklında bulunsun.
Bilgi için: Cedit Yayınları, Tunus Cad., Nu: 53/3, Kavaklıdere / Ankara
Tel: 0312 426 66 16 / e"posta: [email protected]