'Feth'in öteki yüzü!

İstanbul kuşatması kısa sürdü: 54 gün. Konstantinapol bitik haldeydi. Bizans, sur içi hariç bütün periferisini kaybetmişti.

Bizanslılar kendilerini kuşatan gücün diriliğine rağmen şehirlerini kahramanca müdafaa ettiler. Bizans'ın son imparatoru Konstantin fethin ilk günü çarpışmalar esnasında öldürüldü. Evrensel Ortodoks Kilisesi'nin kalesi böyle düştü.

O günden beridir "Feth"i kutluyoruz; tarihin önemli hadiselerindendir ve temsili anlamı çok büyüktür. Osmanlılar fetihten önce de dikkate değer bir güçtü; Avrupa'da kazandıkları yerler, Anadolu'da kontrol edebildiklerinden fazlaydı. İstanbul'un fethinden sonra bizimkiler "Kontinental" ve merkezî güç haline geldiler. II. Mehmet, hayranlık uyandıran bir siyasi basiret gösterisiyle "Roma"yı tevârüs etti ve süratle İstanbul'u tesâhüb etmeye girişti.

Tesâhüb, yani sahiplenmek, benimsemek. Osman Gazi'nin, oğlu Orhan'a vasiyet ettiği rivayet olunan "İstanbul'u aç, gülzâr et" talimâtı, tarihi hakikatinden çok sonraki devirlerin dilek ve temennîsi olarak görülse bile istikameti fevkalâde medenîdir. Bir beldeyi zorla ele geçirmek askerî başarıdır; orayı gülzâr kılmak ise medenî muzafferiyet.

Osmanlılar vakt-i sâbıkta İstanbul'un fethini bizim gibi tiyatrolaştırarak görmemiş bir edâ ile kutlamaya tenezzül etmemişlerdi. Feth'e verdiğimiz dramatik anlam ve önem, medenî kabiliyetlerimizden şüphe duymakla ilintilidir gibi geliyor bana. Osmanlılar İstanbul'a, "Belde-i Tayyibe"ye dünyanın en güzel isimlerini verdiler ve şehrin Bizanslı geçmişinden irkilmeden İstanbul'u dünyanın en güzel şehirlerinden başlıcası haline getirdiler. Beğenmediğimiz Osmanlı'da mebzul miktarda mevcut, biz yaşayan torunlarında fenâ halde kıt bulunan bu kimyânın adı, şehri işletmek ve güzelleştirmek mârifetidir. Bir topluluğun medenîliği başlıca bu meziyetle ölçülür; şehrin güzelliklerini korumak, güzelliğe yeni unsurlar katmak ve şehir ortamında insanı hoşnut ve emîn kılmak.

Uzak dedelerimiz İstanbul'u "açtılar"; biz hâlâ bu açılışın edebiyatı ile meşgulüz. Feth'e son derece yüksek dinî mânâlar yüklüyor, hâdiseyi esâtirî ve mistik ürperişler boyutuna raptediyoruz. Güvensizlik hâlinin eseridir çünkü İstanbul'un bugünkü hâli bize fetihten değil, yağma ve çapuldan sûretler gösteriyor. 550 senedir hâlâ hükümranlığımız altındaki şehrin rantını paylaşmayı bitiremeyişimiz medenîlik nâmına utançtır. Rant paylaşımı ayıp değildir, rantını bölüşeceğim derken şehri kokutmak ayıp ötesi bir şenâattir. İstanbul'a bir mânâda 1204 kuşatmasının galibi Katolik Haçlıları gibi davranıyoruz; şehrin mühimce bir kısmı hâlâ imâr ve iskân mevzuatına aykırı yapılaşmanın işgalinde. Nedir bu?

İnsanlar niçin hep sinirli bu beldede; niçin hep aceleci; niçin neredeyse bütün münasebetlerinde ister istemez alelacele zihni bir menfaat muhasebesi yapmadan birbirlerine selam alıp veremiyorlar, niçin mutsuzlar?

II. Mehmet, bu şehri otomotiv endüstrisi için mi fethetti ki bir türlü insan-otomobil ilişkilerini "insânî" olanın lehine tanzim edemiyoruz; niçin dünyanın en güzel fotoğraf veren ve en güzel siluete sahip tabiatını, tabiatından uzaklaştırmışız. Osman Gazi, "İstanbul'u aç gülzâr et" dediğinde, Ataşehir'i, Yenibosna'yı, Bağcılar ve emsâlini mi kasdetmişti?

Geliniz şu fetih gününü hamâsî müsâmere gösterilerine sahne kılmak yerine "Biz bu güzelim şehre bu fenalıkları nasıl revâ gördük?" düşüncelerine tahsis edelim. Arınma günü ilân edelim: Mimarlar, mühendisler, belediyeciler, siyasetçiler, iş adamları, müteahhitler ve her birimiz her 29 Mayıs günü son bir yılda İstanbul'u "Hüsn-i muhafaza" için ne yaptıklarını anlatsın, hatâlarını itiraf etsinler.

Son not: İstanbul'da bugün Kilise kayıtlarına göre 1200, sen bilemedin 3500 Rum yaşıyor. Fethin ve Fâtih'in yadigârıdır onlar; nasıl bir emânet ehliyiz biz, düşünelim hele...


Kaynak (Arşiv)