Fatih'ten Fatih'e üniversite kavramı

Muhal ihtimal fakat diyelim ki YÖK tarafından imlâya gelmezse kapatılacağı tehdidine uğrayan Fatih değil de, Galatasaray veya Yeditepe Üniversitesi olsaydı yine aynı şeyleri yazar mıydım faraziyesini ciddiye aldım; enikonu düşündüm. Birinci tekil şahıs sigasıyla dürüstlük isbâtına girişmek beyhûde gayrettir. Üniversite problemi üzerine yazdıklarımı gözden geçirdim ve böyle bir tenkide hakkım olduğunu gördüm.


Özel üniversiteler üzerinde devletin denetim hakkını tartışmak mânâsız; kontrol elbette gerekli ama denetimin niteliği önemli. Devlet, özel üniversitelerin verdiği hizmeti hangi açıdan denetlemeli? Sağduyu, tek kriteri akla getiriyor: Hizmetin kalitesi. Bunun dışında kalan kıstaslar, Türkiye hudutları dahilinde ne kadar hayatî görünürse görünsün, çağdaş ihtiyaçların dışındadır. Kaldı ki YÖK, beynelmilel kriterlere dayanan bir kalite kontrolünü, devlet üniversitelerinde yürütmeye cesaret edebilir mi? Zannetmiyorum. Kılık-kıyafet ve resmi ideolojinin gereklerine ne derece itaat edildiğini denetlemek mümkün ama kalite?


Özel üniversiteler rekabete açık kuruluşlar; gerek öğrencilerin özel üniversiteleri tercihinde ve gerekse bu üniversitelerin çalıştırdığı öğretim üyelerinin seçiminde serbest rekabet şartları işliyor. Bu üniversitelerin denetimi aslında rekabetçi piyasa tarafından zaten yapılmakta. Elbette özel üniversiteleri serbest piyasa şartlarına tâbi bir şirket gibi değerlendirmek tek başına doğru değildir ama, üniversitelerde aranacak ilmî kalite kriterlerine cevap veren bir kuruluşun, resmi otorite tarafından pekâlâ kapatılabileceği ihtimâli çağın dışında kalmış bir beklentidir.


Devlet eliyle "üniversite kapatmak" kulağa garip geliyor. Bugüne kadar devletin üniversite açtığına dair haberlere alışkın bir toplumda bir üniversitenin kapatılacağı ihtârında bulunmak, devletin üniversiter hayata bakışını aksettirmesi bakımından çarpıcı. İnsanın bir an için olsun XIX. yüzyıl Prusya'sında mı yaşıyoruz kanaatine kapılmaması imkânsız.


İslâm geleneğinde XI. yüzyıla kadar siyasi otoriteden bağımsız bir şahsiyet gösterebilen Ulemâ, Nizamiye Medreselerinin tesisi ve siyasi otoriteye bağlı hale getirilmesiyle entelektüel bağımsızlığını büyük nisbette kaybetmişti: Klasik dönemde Osmanlı medreseleri devletin denetiminde idi. II. Mehmet (Fâtih) zamanında medreseler, merkezî siyasetin nüfuz alanına alındı. İlginç olan şudur ki, Cumhuriyet'e kadar siyasi otoriteye bağlılığını ve bağımlılığını sürdüren medrese geleneği, Cumhuriyet'in ilânına rağmen nitelik değiştirmedi. Darülfünun'a 1924'te 493 sayılı kanunla verilen tüzel kişilik ve özerklik, 1933'te 2252 sayılı kanunla geri alındı ve 157 öğretim görevlisi kadro dışı bırakılırken üniversite reformu tartışmalarında "Özerklik adına Darülfünun'a karışmamak aslında üniversiteye hakim olan bilgisizliğe, çeşitli menfaatlerle birbirine sarılmış profesör kliklerine ve tembelliğe karışmamak demektir" yollu görüşler de açıkça dillendirilebilmişti.

YÖK'ün bugünkü hali, ulemâ, medrese ve entelektüel hayat konusundaki geleneksel Osmanlı-Türk yaklaşımının billurlaşmış hâlidir. Fatih Üniversitesi'nden bahsederken Fâtih II. Mehmet'in kendi eliyle düzenlediği medreseye bakışını görmezden gelmek hakşinaslık değildir. II. Mehmet'le YÖK'ün tesisi arasında geçen takribi beş yüz senenin ne anlama geldiğini ise, her öksürüşte "çağdaşlık" nâmına mangaldan bir yığın toz kaldıran çağdaşlık uzmanlarına sormalıdır.


Tarihî, ilmî veya medenî referanslar göstermeye gerek yok aslında: Bu, son derece berrak bir "suyumu bulandırıyorsun" tehdidi. Türkiye'de kamu otoritesinin davranış değiştirmek için tarihî, ilmî veya medenî referanslara zerre miskal kulak asmadığını bilmeyen kalmadı artık. Ekonomi yönetiminde bile çağdaş değerleri kulakardı eden bir otoritenin "üniversiter kalite"ye şapka çıkaracağını beklemek ham hayal.

Bizimki tarihe not düşmek sadece; kayda böyle geçirilsin!


Kaynak (Arşiv)