Ey ehl-i vatan: Otur yerine!
Milliyetçi diskurun iki parti arasında kavga sebebi olmasına mim koyalım; miras kavgası yapar gibi milliyetçi edebiyatı sahiplenmek, netice itibariyle bu cins propagandalara muhatap kalarak siyasi tercih belirtecek insanları hafife almak değil midir?
"Sana bir iki milliyetçi nutuk çekersem, icabında balmumu gibi yumuşar, demir gibi sertleşirsin ey halkım" hesabında halk, hakarete uğrayan vaziyetindedir; çünkü o halkın hissi davranacağı, âmiyâne tâbirle nihâi tahlilde "ayranının kabaracağı" hesab edilmektedir. İşte bu yüzden, "Kurban olam yıldızına ayına" afişi ile, "Kıbrıs'ta ikiyüz yetmiş bin kilometrekarelik toprak haraç mezat satılıyor" lâfının nazarımda pul kadar itibarı bulunmuyor. Bu retorikte "millî" duruştan eser yoktur, "milliyetçi" babalanmalar vardır çünkü.
"Vatan tehlikede" sloganı, Fransız İhtilâli ve ertesinde Jakobinler'in kitleleri kışkırtma sinyaliydi. II. Meşrutiyet'te İttihatçılar bu sloganı "Kalkın ey ehl-i vatan" diye Türkçeleştirdiklerinde devrin muhaliflerinden biri bu sloganla şöyle dalga geçerken yerden göğe haklıydı: "Kalkın ey ehl-i vatan dediler, kalktık, sonra baktık ki yerimize oturmuşlar!"
Türkiye'de demokrasi kültürünün yerleşiklik emârelerinden en belli başlısı, partiler milliyetçi sloganlarla birbirine hamle ettiklerinde halkın kendini hakarete uğramış saymasıdır; görünürde tersi oluyor: Kim daha fazla milliyetçilik sosu kullanırsa, onu makbul görmek gibi genel kabul söz konusu.
Milliyetçiliğin kendine rakip saydıklarıyla mücadele tarzı tahripkârdır; ama aynı kulvarda yarışan iki milliyetçi kavrayış arasındaki rekabet, ilkinden daha çok enerji telef eden bir çatışmayı körükler; bu tarz mücadelelerde seviye yerde sürünmeye mahkûm.
Milliyetçiliği iç siyasette kullanmayı kendinize hak gördüğünüzde şöyle bir mevzilenme düzenine girmek zorundasınız demektir: Siz en iyisiniz, millîsiniz, memleketi en çok seven, en çok düşünen sizsiniz. Ötekiler ise gayrı millî, hatta -mefhumun muhalifinden hareketle- millet düşmanı, hafif tâbirle beynelmilelci, daha ağır ifâdeyle vatan haini! Eğer ortada vatan haini yoksa, icad etmek zorundasınız: "Filancalar, şu şu gerekçeyle vatan hainidir; biz ise memleket ve millet âşıkıyız" diyeceksiniz!
Siyaseti milliyetçi bir edebiyat üzerine kurmanın en büyük "fayda"sı şu: Siz, esasen en milliyetçi ve vatanperver olduğunuz için sizden beklenen yegâne görev, hainleri safdışı etmektir; onun üstüne bir şey yapmanız, projeli ve vizyonlu siyaset tarzı takib etmeniz artık gerekmez. Siz bir hayalet avcısısınız; göreviniz hayâlet kovalamaktır. İşin tuhafı bu hayâlet takımı (Komünistler, Masonlar, Dönmeler, Kozmopolitler, Türklük ve İslâm düşmanları, bölücüler, şeriatçılar vs.) hiç azalmaz, tükenmez, kökü kurumaz; biri batar, öteki çıkar. Gâfil durmaya gelmez; su uyur düşman uyumaz!
Yani bu tip siyaset en kolay siyasettir; en ucuz siyasettir; işin fenâsı hazarda da seferde de işe yarayan çok fonksiyonlu İsviçre çakısı gibi bir siyâsettir. Rahmetli Osman Bölükbaşı, milliyetçi siyâsetin, nasıl ancak hîn-i hâcette el atılması gereken, tehlikeli ve olağan zamanlarda tahammül edilmez bir tabiat sergilediğini "Deprem Çadırı" benzetmesiyle pek veciz izah etmişti; deprem çadırı, olağanüstü zamanlarda, daha açık ifadeyle millî felâket günlerinde altına sığınacağınız bir yerdir; sair zamanda câzibesi yoktur.
Âkif'in "Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdıracak günleri göstermesin" dediği kötü günler yani...
İşin fenâsı, böyle yazılar kaleme almanın getireceği sevimsiz yanlış anlamaları tek tek tashih etmek mecburiyetidir; bu ülkede siyasi milliyetçiliğin suistimâlini eleştirmenin, milliyetçilik düşmanlığı ile aynı hesaba geldiğini zannedenler hiç de az değildir çünkü.