Ey dindarlar, nefs-i levvâme nedir?
AK Parti’nin üçüncü dönem iktidarının özeti şudur: Bu heyet tabii ömrünü tamamladı; takdir kazanan reformu niteliğini kaybedip tutucu, baskıcı bir karaktere büründü. Altın değerindeki iktidar ve devlet tecrübesini sadece kendini korumaya tahsis etti.
İktidardan uzaklaşma endişesiyle kontrolünü kaybetti. Sadece bürokrasiyi değil, devleti de partileştirerek fiili bir tek parti devletine yöneldi. Şimdi sistemi değiştirerek her ne pahasına olursa ayakta kalmaya uğraşıyor; oysaki demokratik idarelerde oyun kurallarını değiştirmek yerine oyuncuları değiştirmek en tutarlı yoldur.
AK Parti’yi, bileğinin hakkıyla kazandığı seçim başarıları zehirledi; o yüzden, bir dönem için bile olsun iktidardan uzaklaşabilme rahatlığını kendinden esirgedi. Siyasete değil, iktidara ara vermek ihtimâlini içine sindirebilmiş olsaydı, demokratik standartları daha da geliştirmeyi başarabilirdi; bunun yerine demokratik standartları düşürüp otoriter bir tek parti-tek lider modelinde tutunarak kendi yolunu kapattı.
Üçüncü dönem hebâdır ve sıkıntı artık ‘devlet krizi’ boyutlarındadır, sistemle ilgilidir. Dördüncü dönem için bu heyetin seçim vizesi alması, onu demokratik sistemin icaplarına daha saygılı ve bağlı yapmaz; aksine onu daha hırçın, daha otoriter ve denetimsiz hale getirir. Gelişmeler açıkça bunu işaretliyor.
Fanatik bir partili, bu satırları okuduktan sonra, “Bu adam hükümetimizi devirmek istiyor” diye düşünebilir; bu zannından dolayı onu düzeltecek değilim. Bir kelime farkıyla; hükümetin ‘devrilmesi’ni değil, değişmesi gerektiğini düşünüyorum ve değişimin demokratik usûle uygun gerçekleşmesini daima tercih ederim.
Açmaz burada: AK Parti önümüzdeki seçimlerin yine en güçlü adayı. Düşük ihtimâlle kaybetse bile, yerini ikaame edecek bir iktidar alternatifi görünmüyor henüz. Hükümet taraftarları kazanmaya mahkûm olmanın nasıl da ayartıcı ve esritici bir pozisyon olduğunu anlayamıyorlar; ‘kazanmaya mahkûm’ kibar bir ifâde; daha doğrusu ‘kazanmaya lânetli’ olurdu. Daha zarlar havada dönerken kazanmak! Partinin kazancı, demokratik sistemin kaybı demek ama. Her alanda 2011’den daha gerideyiz ve iktidar bize daha fazla otoriterleşmek ve keyfî yönetimden başka tercih sunmuyor.
İktidardakiler kapıldıkları selin sadece kendilerini sürüklediği ve sonucun sadece kendilerini ilgilendireceğini düşünebilirler; onların harcadığı sadece kendi kredileri değil ki; dindar kimliği taşıyan herhangi bir vatandaş veya kuruluşun da siyaset imkânını ortadan kaldırıyorlar. Dindar kesim, bu ihtimâli sezmek yerine mistik vecde benzeyen bir tutkunlukla partiye desteğini sürdürüyor; dindarların iktidarını ayakta tutmak için evlatlarının ve torunlarının siyâsette varolma hakkını zora sokuyor.
Aylardan beri dindar-muhafazakâr partileşme tipinin, orta ve uzun vadede artık iktidar şansı bulamayabileceğini yazıyorum. Dindar-demokrat siyaset modelini AK Parti, kendi elleriyle mahvetti, geleceğini ipotekledi. Kısa vadede bu parti içinden çıkabilecek yeni bir oluşumun, artık tek başına iktidar olma şansı bile yok; ancak kısa süreli koalisyon ortaklığı belki...
‘Dindar’ın dürüstlüğü, güvenilirliği, emanet ehli olması gibi nesilden nesile taşınan yüksek değerler şimdi çöp gibi yerlerde sürünüyor. Her konuda kamuoyu araştırması yaptıranlar, bu varsayımı araştırdıklarında müthiş bir değer aşınmasını fark edecekler. Dindarlık, kindarlıkla aynîleşti! Bundan sonra dindarların demokrat olabileceğine hangi örneği göstererek inandırıcı olabileceğiz?
Seçimle gelen seçimle gitsin; dindar siyasetçiler de fırsattan istifade kendileriyle ve yaptıklarıyla yüzleşip fabrika ayarlarına dönsünler ve lugâti açıp ‘nefs-i levvâme’nin ne idüğünü yeniden tezekkür etsinler; sadece AK Partililer değil, kendini dindar addeden herkes! [emailprotected]