Evveli yoğurt ahiri başörtüsü
Bir an konunun dini-ideolojik yönünü bir tarafa bırakarak başörtüsü hakkında yıllardan beri koparılan fırtınaları, harcanan enerjiyi ve zamanı, beslenen hıncı ve öfkeyi hesaplamaya çalışın; eğer yeterince tarafsız ve sâkin bir değerlendirme yapabildiyseniz göreceksiniz ki başörtüsü meselesi, tarihin en irrasyonel, en saçma ve hatta en aptalca dâvâlarından biridir.
Eni sonu, "Ben başımı örterim; hayır örtemezsin!"den ibaret bir tartışma. Belki Bizans'ı ikiye bölen maviler-yeşiller ihtilâfı başörtüsünden daha mâkul gerekçelere dayanıyordu.
Mucidi her kimse tebrik etmek lâzım; otuz sene önce Türkiye'nin gündeminde olmayan bir meseleyi ustalıkla kaşıyarak iltihaplandıran ve neticede kangrene dönüştüren o meçhul toplum mühendisine ne kadar ödül verilse lâyıktır. Baksanıza, başörtüsünden global bir kriz çıkarmayı bile başardı; Avrupa'da, ABD'de nice tuğla kalınlığında hukuk kitabı hatmetmiş hukuk allâmesi, başörtüsünün kamu alanlarındaki yerini tartışa tartışa "kafayı yemek" üzere. Doğrusu, şu bizim bildiğimiz yoğurttan sonra başörtüsü insanlığa armağan ettiğimiz ikinci Türk mâmulü sıfatını hak etmiştir ve "bir türlü evrenselliği yakalayamıyoruz" diye kendini yiyen devletçi aydınlarımız, eserleriyle iftihar edebilirler.
Dün işittiğim bir habere göre hâkimin biri, başörtüsü ile duruşmaya gelen bir sanık hanımı salondan çıkarmış bulunuyor; devletin Cumhurreisi, Çankaya Köşkü'nü kamu sahası addedip nice başörtülü milletvekili eşini ayak bastırmadıktan sonra hak ve hukukun tecelli ettiği mekânlarda da başörtüsü yasağı uygulanmasını tabii kabul ediyor ve henüz adını bile bilmediğimiz ve merak etmediğimiz yargıcımızı, değerli yargısından ötürü kutluyoruz. Dâvâya katkısı büyüktür ve işin suyu neredeyse çıkmak üzeredir.
Aksiyon dergisi zaten hapishanelerin de kamu alanı sayılması gerektiğini geçen hafta nezâketle hatırlatmıştı; "AB'ye uyalım" ayağından yapılan bazı kanun düzenlemeleriyle Türkiye'de idam cezasının kaldırılması zamansız olmuştur; eğer idam stili infaz sürmüş olsaydı, idam sehpasını da kamu alanı ilan edip, infaza müstahak olanları en lâyık ve laik bir kıyafetle "resmen ve alenen" öteki tarafa uğurlayabilirdik. Tüh!..
Çok şey kaybedilmiş sayılmaz; sırada başörtülü yurttaşları çarşı-pazara salmamak, kaldırımda yürütmemek, belediye otobüslerinden indirmek, hatta kamu eliyle pazarlanan elektrik, su, havagazı, telefon gibi hizmetlerden men etmek gibi daha yakası açılmamış "sinir" projeleri mevcut bulunmaktadır.
Devletin bu gibi tedbirler aracılığı ile günün birinde her başörtülü hanıma saçını açtırmak gibi bir "majör" bir hedefinin olduğunu sanmıyorum; dünyanın en enayi rejisörü bile, dünyanın en enayi filminde esasoğlanı filmin başında öldürüp filmi oracıkta hitama erdirmez. Murad olunan sürekli "ekşın"dır (yani "action") ki mesele ne zaman durulmaya yüz tutsa birileri çıkıp şu bayat başörtüsü filmini yeniden merak ettirecek gariplikler yapıyor mutlaka.
Başörtüsü konusu çok verimli, bereketli, doğurgan bir problem; tâbir yerindeyse altın yumurtlayan tavuk. Halli kolay ama kim altın yumurtlayan tavuğu kesmek akılsızlığını gösterir ki; bu proje üzerinden kimlerin ne kadar ekmek yediğini günü gelince okur da inanmayız bile.
Her başörtülünün potansiyel uluslararası terörist sayılması gerektiğini savunan projeler, yakında birilerine sızdırılmak üzere gününü bekliyor olabilir. Başörtüsü değil binbir gece masalı mübarek. Arâbî tâbir ile "kıssatün lâ tentehî".
Bu hamurdan daha çok ekmek çıkar, göreceksiniz.