Evet, yine aynı terâne!
Önümüzdeki günlerde ABD tarafından Irak'a yapılması beklenen askeri harekât, bakıyorum da hemen herkes tarafından "veri" kabul ediliyor; niçini, nasılı hakkında sual eden yok. Yeni dünya düzeni veya stratejik ortaklık dedikleri şey zâhir bu olsa gerek. Şöyle böyle sekiz"on aydan beridir Amerikan hükümeti Irak'ı vuracağız terânesini tekrarlarken bu kararın milletlerarası hukuk açısından ne kadar aykırı, görgüsüz ve kaba bir davranış olduğunu tartışmıyor bile. Afganistan aynı mantıkla işgal edilmişti, sıra Irak'ta. Bu arada Üsâme Bin Ladin'i, Taliban'ı unuttuk gitti (hiç var mıydılar diye de sorulabilir pekâlâ). 11 Eylül'ün sebepleri ile sonuçları başından beri birbirinden kopuktu, aynı kopukluk hâlâ sürüp gidiyor. Körfez harekâtında ABD'nin en azından görünürde mâkul sebepleri vardı ama şimdi yok; isteselerdi Körfez harekâtı esnasında Saddam Hüseyin'i devirebilirlerdi, lüzum hissetmediler; Saddam on sene daha hükümfermâ kaldı. Niçin?
Türk hükümetinin hadiseye yaklaşım biçimine dikkat edelim; on sene öncesine göre şartlar hayli değişmiş olsa da şimdi kapı bir komşumuzun başına gelecekler karşısında pazarlığa tevessül ederek "ne koparırsak kâr" anlayışıyla müdebbir bir tüccar gibi davranmaya başladık. Hemen herkese hâkim olmuş gibi görünen "başka türlüsü olabilir miydi ki?" anlayışını sorgulamaya değer; "Amerika müdahaleye karar vermişse, en iyisi onun yanında olmaktır" düşüncesi siyaset değil, pratikte basit bir kurnazlıktan öteye gitmiyor. Bize devlet olmanın daha başka türlü bir şey olduğunu öğretmişlerdi vaktiyle; en yakın komşusuna askeri harekat düzenlenirken, "bu işten bizim kârımız ne olur" beklentilerini beslemek Türkiye'ye yakışmıyor: 4 milyar dolarlık askerî dış satış kredilerinden doğan borcun silinmesi, dış borçlarının "çevrilmesinde" (o kadar çok dış borcumuz var ki, hesabın silinmesini talebe cür'etimiz yok; ufkumuz, faizlerini öderken anlayış görmekle sınırlı!) yardımcı olunması, Irak'ta yaşayan Türkmenlerin siyasi haklarının korunması ve bölgede bir Kürt devletinin kurulmaması gibi şartlar "pazarlık"ta başlıca kozumuz. Diplomaside pazarlık olur ama bazı şeyler üzerinde pazarlık olmaz. Bu öyle bir pazarlık ki, devlet olmak haysiyetinin omurgasını zedeliyor. "Ver parayı, al bizi yanına" siyâset midir yani?
Öyle anlaşılıyor ki bizim iç politikada bükülmez prensiplerimiz var ama konu, komşularımızı da ilgilendiren diplomatik meselelere gelince bükülmezlik bir yana, prensipten bile söz edebilmemiz mümkün olmuyor. Cumhuriyetimizin 80'inci yılındaki hâlimiz budur; iç siyasette şahin, diplomaside amorf bir yönetim felsefesi. Hani o sefahat ve şatafata çok düşkün olduğu ileri sürülen müsrif Osmanlı padişahlarının hayalhânesinden bile geçmeyen bir iç ve dış borç batağının altında neredeyse ülkenin bütün idari cihazlarının kontrolü elden çıkarılmış. Siyasi elitlerin mühimce bir kısmı çareyi Avrupa Birliği'ne iltihakta görmekten başka alternatif telaffuz edemez halde. İş o raddelerde sulandı ki, şu günlerde kurulması beklenen bir partinin adı, "Avrupa Birliği Partisi" diye konulursa şaşırmayacağız.
Devlet olmak, milli sınırlar içinde bayrak dalgalandırıp vergi toplamaktan ibaret olmasa gerektir; Türkiye, tarihi ve coğrafi sıkleti itibarıyla sadece devlet olmaya değil, büyük devlet olmaya mecbur ve mahkûmdur. Öyle görülüyor ki egemenlik nişânelerini kullanmak, yirminci yüzyıla mahsus bir nostalji alâmeti olarak kaldı ve öyle görülüyor ki içinde yaşadığımız yüzyılda "büyük devlet" modelinin haricinde kalan yönetimler, çokuluslu firmaların mahallî acentesi olarak yaşamayı içlerine sindirmek zorundadırlar.
Belki tekrar olacak ama tekrarında hâlâ fayda var: Yeni kuşaklara içinde yaşadığımız durumun bizim hissettiğimiz kadar vahim görünmediği âşikârdır ve bunun başlıca sebebi bana göre Atatürk ve Atatürkçülük kavramının içinin boşaltılması ve gençlere devlet şuuru kazandırmakta hiçbir mânâ ifade etmeyen bir edebiyata indirgenmesidir. Atatürkçülük yapılması gereken yer ve zamanda "acentecilik" ideolojisinin çağdaş bir ihtiyaç imiş gibi yaygınlaştırılmasını hazmetmek gerçekten zor. Atatürk konusundaki samimiyetsizlik ve ikiyüzlülük, bizi neticede diplomaside tesirsiz ve belkemiksiz, iç siyasette ise çağdaşlıktan uzak siyasetlere mıhlayıp bıraktı.
Yine aynı terâne diyeceksiniz, evet yine aynı terâne: Lügâtsiz bir toplum olmanın bedelini ödüyoruz; daha yüksek bedellerden ise hafazanallah!