Eşyanın kutsallığı veya kutsalın metalaşması

Belki de bu serinkanlılığımın temelinde eşyaya bakışım yatıyor; bazı insanların antika merak ve tutkusunu anlayabilirim ancak onayladığımı söyleyemem; eşya benim için fonksiyonundan ibarettir.

Sırf antika diye tombak bir şamdana dudak uçuklatan paralar ödeyip salonun mutena bir köşesinde, camekân içinde sergilemekte lezzet yoktur benim için. Şamdan mum tutturmaya yarar; onun altın gümüş, tombak veya başka bir madenden yapılmış olması veya bilmem kaç yüz asır görmüş olmasına özel anlamlar yüklemem. Kısacası bana göre çok daha ucuz, zarif ve kullanışlı bir şamdan, basmakalıp bile olsa iş görür. Antika, zamanla eşyanın kesiştiği yerde hâsıl olan bir fikirdir ve tarihi objeler haricinde antika, insanda eşya duygusunun abartılmasına, hatta soysuzlaşmasına yol açar. Aslolan eşya değildir.

İmanın gözle desteklenmesi

Bazen eşya antikanın çok ötesinde, maddi değerinin de ötesinde taşıdığı manevi değer dolayısıyla gereğinden fazla önem kazanıyor. Büyük dinlerin hepsinde "mukaddes eşya" kavramı var. Bir Hristiyan azizinin kemikleri, ikonalar, ayinlerde kullanılan yardımcı eşyalar ve sair şeylere verilen önemin gerçek karşılığı, bana göre imanın göz yoluyla takviyesinden ibarettir. İnsanların mühimce bir kısmı, soyut fikirlerin ve bilhassa iman konusu teşkil eden şeylerin beş duyu organından bir kaçı ile desteklenmesine ihtiyaç duyarlar. İmana mevzu teşkil eden soyut fikirleri destekleyen her nevi elle tutulur, gözle tutulur "şey", işte bu yüzden değer kazanarak zamanla mukaddes sıfatını alırlar.

Meselenin İslâm'ı ilgilendiren tarafı da var. Başta Topkapı Sarayı'nın Mukaddes Emanetler bölümünde saklanan eşyalar olmak üzere tarih boyunca Müslümanlar bazı eşyalara "mukaddeslik" izafe etmişlerdir. Mukaddes emanetlerin zor ulaşılabilir yerde saklanmalarına mukabil halk arasında "mukaddes eşya" veya sadece mukaddes ihtiyacını karşılayan eşya ve inanışlar yok değildir. Meselâ bazı mescidlerde Ramazan ayında ziyarete açılan "Sakal—ı Şerif" uygulaması böyle bir örnektir. Bunun haricinde Anadolu'nun hemen her yerinde rastladığımız evliya kabirlerine gösterilen olağanüstü hürmet, bazı ağaçların ve mekanların kutsallık taşıdığına inanılması ve hatta muska ritüellerini de sıralamak mümkün. Bu örnekler, soyut planda kalması gereken inancın elle tutulur ve görülür hale getirilmesi arzusundan kaynaklanan bir ihtiyacı ispatlıyor.

Nifak diye diye...

Sakal—ı Şerif uygulamasına yakından bakalım; Halen Anadolu'da yüzlerce mescidde "Efendimiz"e ait olduğuna inanılan saç ve sakal parçaları, özel mahfazalarda korunan ve çoğu yerde kırk bohçaya sarılan haliyle Müslümanların saygısına ve sevgisine, hatta ondan ötelere kadar giden beklentilerine konu teşkil ediyor. Zikredilen "Sakal—ı Şerif" nümuneleri hakikaten "Efendimiz"e ait olsa bile, bunlara aşırı derecede hürmet göstermeye anlam vermekte zorlanıyorum. "Efendimiz"e gösterilmesi gereken hürmet ve sevginin en kâmil mânâda tecelli edeceği yer, bir cam mahfzaya konulmuş saç veya sakal tellerine yüz—göz sürmek değil de onun güzel ahlâkını, mantığını ve davranışlarını benimseyerek taklid etmektir bence. Ne var ki bu gibi meseleler, cemaate yön ve bilgi vermek mevkiindeki insanların değinmekten sarf—ı nazar ettiği konulardır. İşin künhüne vâkıf olanlar kendi aralarında bu gibi itikadlardan şikayet eder, sözlerinin yanlış anlaşılmayacağını bildikleri topluluklarda tenkidden kaçınmazlar ama sıra cemaati irşada geldiğinde bu meselede teğet geçmeyi tercih ederler ve haklı olarak nifak çıkmasından endişe ederler. Bu bir vakıadır.

Mukaddes emanetlerin orijinalliği meselesi

Geçenlerde kartel gazetelerinden birinde haftada bir tarih sayfası hazırlayan bir gazeteci, Topkapı Sarayı'nda saklanan Mukaddes Emanetler'e Karbon—14 testi uygulanmasını ve bu eşyaların iddia olunduğu gibi bizzat Efendimiz tarafından kullanılıp kullanılmadığının ilmen tetkik edilmesi yolunda sansasyonel bir yayında bulundu. Bu gayretin ardında ivazsız bir hakikat arzusunun bulunduğunu zannetmiyorum; Mecelle'de "Şekk ile yakîn hâsıl olmaz" diye bir hüküm vardır ve doğrudur fakat bahsettiğim kişinin tarihe yaklaşma tarzı, benim suizannımı destekliyor zira ilk sayfasında pek çok magazin gazetesinin bile kullanmaya hayâ ettiği türden ciddiyetsizliklere manşet bulabilen bir gazetenin, tarihi meselelere idealist açıdan yaklaşmasını bekleyemeyiz. Ekmeğini, tarih malumatını günün aktüalitesi üzerine bindirmek hüneriyle kazanan bir gazetecinin (ki teknik açıdan tarih bilgisi, pek çok akademisyene taş çıkartacak seviyededir), durup dururken Topkapı'daki Mukaddes Emanetler'in orijin sıhhati hakkında tasalanması, doğrusu hiç de hüsnüniyetle izah edilemez. İşin içinde en hafifinden gündemi belirlemek, ilgi odağı olmak, tartışma yaratmak veya yazdıkları tartışılan gazeteci olmak gibi hesapların varlığı açık görünüyor. İyi niyetle yazılmadığı kanaatini taşısam bile Mukaddes Emanetler'e Karbon—14 testi yapılmasında hiçbir mahzur görmediğimi belirtmek isterim. Test sonuçlarına göre saraydaki hırka, ayak izi, terlik, kılıç cinsinden zati eşyaların miladi 6. veya 7. asra ait olduklarının isbatlanması veya bunun tam tersi benim açımdan bir şey değiştirmez. Esasen Karbon—14 testi, beklendiği gibi son derece sağlıklı ve dakik tesbitlere imkan veren bir test değildir; bu test ile varılan sonuçlarda 50 ilâ yüz sene arasında yanılma payı olabileceği de kabul ediliyor. Asıl mesele, Peygambere ait bir eşyanın "mukaddes" vasfı taşıyıp taşımaması gerektiği meselesidir. Hiç ihtimal vermemekle beraber eğer Karbon—14 testi yapılır da takribi sonuçlara göre bu eşyaların Efendimiz'e ait olabileceği şeklinde bir sonuç ortaya çıkarsa, tartışılması gereken asıl meselenin gözden kaybolacağı, hatta bu eşyalara izafe edilen "mukaddeslik" vasfının ilmi usullerle tesbit edilmiş olacağı için konunun ana ekseninden daha çok saptırılması ihtimali gündeme gelecektir.

Tabii, yapılan tetkikler neticesinde Efendimiz'e izafe edilen eşyaların daha yakın tarihlere ait olma ihtimali de vardır ve mümkündür. Bu durumda ortaya çıkacak skandalın itikadi açıdan hiçbir anlam taşımayacağı açıktır zira bu eşyalar, İslâm inancı'nın rükünlerinden biri değildir. Peygamberin bize bıraktığı miras tamamen fikrîdir. Dünyanın hiçbir yerinde bir Müslüman'ın ibadetini yerine getirebilmesi, "nezahet ve nezafet" dışında hiçbir maddi şarta ve tören aksesuarına bağlı değildir. Dolayısıyla böyle bir ihtimal vukuunda ortaya çıkacak problem, eşyaların manevi değil tarihi değerleriyle, birer tarih vesikası teşkil etmeleri ile ilgili olacaktır ve meselenin itikadi yönüyle ilgilenen Müslümanlar için eşyaların sahici veya sahte olmasının hiçbir anlamı yoktur.

İslam itikadının plastiği

Bu noktadan hareketle İslâm'ın itikadi şartlar konusunda getirdiği esnekliğe ve kolaylığa (plastik) dikkat çekmek gerekir: İslâm'da bırakınız mukaddes eşyaların gerekli olup olmadığı meselesini, teknik tabirle "din adamı"na bile ihtiyaç yoktur; bugün "din adamları" tarafından yerine getirilen ve merkezi bürokrasiye bağlanan hizmet cinsi, esasında her Müslüman'ın hiçbir makamdan yetki ve icazet almadan ifa edebileceği türden hizmetlerdir. İslâm, özellikle Hristiyan inancında kurum haline getirilen şekilciliğe karşı çıkan cihetiyle insanı hürleştiren ve sadece Allah'a karşı sorumlu kılan devrimci bir mânâ taşımaktadır.

İnancımızın en esaslı meselelerini bir kartel gazetesinin sansasyona meraklı bir gazetecisi tarafından gündeme getirildiği için tartışmak, aslında Mukaddes Emanetler'in sahih olup olmadığını bilmekten daha derin bir hicran mevzuu olsa gerektir. Bu mânâda Müslümanların hayli büyük bir miktarda inisiyatif kaybına uğradığını kabul etmek zorundayız.


Kaynak (Arşiv)