Esasta haklı olanlar, usûlde kaybetmemeli
Siz bu yazıyı okurken, o gündem bile çoktan değişmiş olabilir. Geçen hafta ortasında şöyle bir durum yaşadık: Dershaneler konusunda sinirlerin iyice gerildiği bir ortamda Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, yine her zamanki güler yüzlü ve tesellibahş tavrıyla gazetecilerin karşısına geçerek “Yüreğinizi soğutun.
Başkası söyleyince dikkate almayabilirsiniz ama ben söylüyorum” diye başladığı sözlerine, hükümetin bu hususta belli bir takvimi olmadığını, konunun bütün taraflarıyla görüşüleceğini, itirazların değerlendirileceğini ilave ederek tamamladı. Çoğunluk rahat bir nefes aldı, sinirler gevşedi. Birçok yazar, “Oh, tartışma sona erdi galiba” fikriyle iyimser yazılar kaleme aldılar.
Ve tarih yine tekerrür etti. Çarşamba akşamı Başbakan seçtiği gazetecileri karşısına oturtarak ilginç bir basın toplantısı yaptı ve “Buradan geri adım atmayız” dedi: “Biz kapatma kararını çoktan verdik; dönüşmeyene müeyyide var!”
Benim hatırladığım kadarıyla Sayın Arınç’ın başına gelen üçüncü dramatik görev kazasıdır bu: İlki Gezi olayları esnasındaydı ve ortam yine çok gergindi. Sayın Arınç ve hatta Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül “Mesajı aldık; gereğini yaparız” yollu açıklamalarla tansiyonu düşürmeye çalışırken; Başbakan, Kuzey Afrika gezisi dönüşünde havaalanında “Ben mesaj filan almadım” diyerek devlet başkanını ve hükümetinin sözcüsünü açığa düşürmüştü.
İkinci hadise birkaç hafta önce yaşandı; Kızılcahamam kampından sızan kızlı-erkekli öğrenci evleri konusunda çıkan haberleri yalanlayan Sayın Arınç aradan gün bile geçmeden, “Ben sözümü çiğnemem” diye açıklama yapan Başbakanı’na karşı bir kere daha zor durumda kaldı ve ardından o ünlü “Özgül ağırlık” çıkışı geldi. Şu anda yaşanan, bilindiği kadarıyla üçüncü hadisedir ve bir kere daha Başbakan, hükümet sözcüsünü bir manada boşa çıkarmış durumda!
Bu çerçevesiyle hadise, hükümet içi bir meseledir; kabine üyelerini ilgilendirir lakin dışarıya verilen görüntü nahoştur. Hükümetin iki önemli figürü, Amerikan polisiye romanlarında sık tekrarlanan “İyi polis-kötü polis” klişesini tekrarlarcasına kamuoyu önünde farklı resimler çiziyorlar.
Manzara iyi değil. Başbakan’ın şahsi kararında netleşen hükümet iradesi tatsız bir görüntü arz ediyor. Tamamen millî eğitim politikaları ve pedagoji tekniği alanında kalması gereken bir konu, şaşırtıcı bir inatla politikleştirildi ve kutuplaşmayı artırıcı istikamette geliştirildi.
Doğrusunu söylemek gerekirse dershaneler meselesi ülkenin en âcil problemleri arasında değildi. Başbakan şahsi inisiyatifiyle konuyu gündemin ortasına koydu. Kabinesini, parti grubunu, bürokratlarını ve hükümet yanlısı basın kanadını ilzâm eden bir kararlılık gösterisiyle konuyu sahiplendi ve şahsileştirdi.
Macun tüpten çıktı ve geriye dönmesi bu noktadan sonra artık mümkün değil. Bu raddeden sonra artık konuşmak gereken şey kırgınlığın ve protestonun hangi üslûpta, hangi seviyede sürdürülmesi gerektiğine dair ayrıntılardır ve ayrıntılar çok önemlidir.
Başbakan’ın konuyu şahsi meselesi gibi sunarak ortamı germesi kendi tarzıyla ilgili bir ayrıntıdır meselâ. Konu dershaneler probleminden neşet eden pedagojik bir ayrıntı olmaktan çıktı. Dershaneleri savunanlarla kaldırılmasını isteyenler arasında belirgin bir dünya görüşü farkı yok; problemin nasıl çözülmesi gerektiğine dair bir ayrıntı ihtilâfı var.
Ayrıntılar önemli çünkü büyük imtihan, ayrıntı konusunda takınılacak özel tavırlarla ilgili. Öğrenci tabiriyle “en kazık sorular”, ayrıntılar, yani üslûp konusundan çıkıyor.
Sabrı tavsiye edip sükûnetini bozmayanlar, barışın dilini tercih edenler, bel altı vuruşlarına tevessül etmeyenler, ihtilâfın her safhasında beyefendiliğini, hilm ve teenni tavrını ve vakarını muhafaza edenler, sulhten yana duranlar bu gergin süreçten kârla ayrılacak; asabiyetten, intikamcılıktan, gerginlikten yana olanlar kaybedecek.
Vakar ve mülayemet bu kritik dönemin kazananını belirleyecek; esasın artık önemi yok; her şey konuşuldu ve netleşti. Yeni safhada usûl, yani ayrıntılar önem kazandı.
Vakar kazansın, sağduyu galip gelsin; mülayemeti ve güzel üslubu tercih edelim; basiret böyle zamanlar için lâzımdır.
Aman basiret, aman vakar, aman mülâyemet ve temkin!