Esas oğlan hep tam vaktinde yetişir
Aşağıda okuyacaklarınız bir uzmanın görüşleri değildir; dış politikanın inceliklerinden ve diplomatik stratejiden anlamam; söyleyeceklerim, sokaktaki adamın zihnini kurcalayan şeyler olarak da anlaşılabilir.
Amerika'nın "terörist ülkeler" listesinde niçin hep Müslüman ülkeler var; Afganistan'dan sonraki savaş cephesi muhtemelen (halkının büyük çoğunluğu Müslüman anlamında) yine bir İslam ülkesi olacak. Bu bir tesadüf değil. ABD ile İslam ülkeleri arasındaki ilişkileri izah eden ana kriter, Filistin ve İsrail meselesidir. Ciddiye alalım veya almayalım, Üsame bin Ladin, bombardımanın ilk saatlerinde El Cezire televizyonunda yayınlanan kasetinde "Filistinliler kendilerini güvende hissetmedikçe Amerikalılar da güvende olmayacaklar." cümlesini kullandı. Bu yazının konusu olmamasına rağmen kaset yayını esnasında dikkatimi çeken bir hususu sizlerle paylaşmak isterim: Türk kamuoyu, "kaset yayını" yoluyla gündem inşa edilmesine şerbetlidir; aynı taktiğin beynelmilel çapta iş gördüğünü fark etmek beni şaşırttı. Bin Ladin, hâlâ açıklanmamış olan savaş delilleri konusunda dünya kamuoyunu aydınlatan ve tatmin eden bir kasetle gecenin yıldızı oluverdi. Bu kasette Ladin, İkiz Kuleler saldırısını imâ yollu da olsa kabullendi ve mukabil tehditler savurmaktan geriye kalmadı. Bu tehditler, tam da bombardımanın meşruiyeti konusunda sıkıntıya düşen ABD hükümetini rahatlatan bir etki uyandırdı. Düşman kendini tarif ediyorsa bunu kullanmamak enayilik olurdu. Nitekim biz, El Cezire'nin yayınını, evimizin çatısındaki uydu anteninden değil, El Cezire'nin yayınını anında ekranlarına aktaran CNN yoluyla öğrendik ve aydınlandık(!); "Adamlar durup dururken Afganistan'ı bombalamıyorlardı; işte Bin Ladin kendi ağzıyla bu toplu cinayeti üstlendiğini açıkça itiraf ediyordu!".
Bir kere daha esas oğlan tam vaktinde yetişerek hamamın namusunu kurtarıyordu. Bu yayını izlerken, El Cezire'nin aslında kime hizmet ettiğini düşündüm: Mazlum toplumların sesi miydi, Arap dünyasının hür fikirli insanlarına mı hitap ediyordu, yoksa CNN'in Körfez veya Afganistan şubesi miydi? Bu nükte, bombardıman gürültüsü arasında kaybolup gitti.
Filistin ve İsrail meselesine dönelim. Herhalde bugünlerde ABD hükümeti, "Şu İsrail olmasaydı, Ortadoğu bölgesinde ne kadar rahat olurdum." diye düşünüyor olmalı. Filistin meselesi, Arap dünyası için bir nevi "buğz-ı Muaviye" faktörü gibi birleştirici bir rol oynuyor. Haricilerin vaktiyle her hutbede Hazreti Ali'ye hakaret etmeden söze başlamadıkları gibi, Filistin topraklarında İsrail'in varlığını destekleyen Amerika tel'in edilmedikçe diplomasi konuşulmuyor.
Filistin meselesinin gerek Arap dünyası ve gerekse ABD hükümeti açısından gitgide romantik bir saplantı (obsesyon) teşkil etmesi önemli. Bu saplantı neticede birbirini anlamak ihtiyacındaki iki dünyayı (Batı ve İslam) birbirinden ayıran yüksek gerilimli bir prizma görev yapıyor. Bugünlerde herkesin uluslararası terörden bahsetmesi pek de anlamlı değil; konuyla ilgili herkes, en gerideki temel sebebin Filistin ve İsrail meselesi olduğunu biliyor gibi geliyor bana.
"Global çapta menfaatlerin çarpıştığı günümüz dünyasında böyle romantik saplantılara kim önem verir?" diye düşünmek mümkün tabii. Lezsek Kolakowski, şöyle diyor, "Tarihteki tek kesinlik, tarihin öngörülemeyişi ve tutarsızlığıdır". Bir başka düşünür ise tarihten bahsederken, "saçma olduğu için bu kadar heyecan verici olmalı" demişti. Gerçekten de yüzölçümü itibariyle bizim Kırşehir vilayeti kadar büyüklükteki bir yer için 3500 seneden beri nizâ edilmesi, tarafsız kalmayı başarabilmiş gözlemciler için romantik saplantıdan başka bir şey değildir; evrensel "ratio"nun halledemediği, ezeli bir problem. Öngörülmez tarihin modern insana meydan okumasıdır Filistin meselesi.
Ve kim Filistin meselesinin yaşamakta olduğumuz saçmalıklarla ilgisi bulunmadığını ileri sürebilir?
Bugünlerde "konunun uzmanı" olmamak bir nimet; tarihin öngörüsüzlüğü hakkında dilediğiniz istikamette serbest okumalar yapmak ne büyük saadet? Olup bitenleri anlayabilmek ve en azından sağlam bir hareket noktası bulmak için bugünlerde Kitab-ı Mukaddes ve Kur'an-ı Kerim'deki "Hazreti Musa, Beni İsrail, Firavun" kıssalarını yeniden gözden geçiriyorum; belki de istikbal köklerdedir ve yaptığım şey, bugünlerde televizyonlarda ahkâm kesen uzmanları dinlemekten daha faydalıdır.