Esas mesele vatan ise hukuk teferruat mıdır?
Evet, ortalama gazete okuyucusu, aşağıdaki metni anlamakta güçlük çekecektir; doğrusu bu metni anlaşılır hale getirmek mesele değil fakat o zaman "metnin rûhu" kayboluyor.
*
"Kadı ile Müfti arasında mahiyet bakımından şu fark görülür: Müfti, şer'i kanunları delillerinden istinbad edip müdevven hale getirir; kadı, bu kanunlardan, kendisine arz olunan hadiseye temas eden hükmü bulup tatbik eder. Kadı, ululemrin vekili olan bir memurdur. Müfti, nefsinde aşağıda sayılan 5 hasleti cem'edip, iftâ içün taayyün eden insandır:
1- İyiniyet. İftâda esas olup bütün neticeler bu asla dayanır. Fetvânın sıhhatine yahut fesâdına, niyetine bakılarak hükmolunur.
2- İlim, hilm, vekar ve sekînet. Bu dört vasfı nefsinde toplamayan bir insanın fetvâ vermekten çekinmesi icâb eder. Sekînet, huşû ile huzûu (tevâzu) da tazammun ettiği için bu vasıflarda esas unsurdur ve seciyenin sağlamlığını, yüksekliğini gösterir.
3- Bilgide kuvvet. Fetvânın kuvvetli bir bilgiye dayanması lâzımdır. Fetvâ verilen hususta bilgisi zayıf olan yanılır; bundan da umumi idare müteessir olur ve halk zarar görür.
4- İstiğna ve kifâyet. Bu sayede cevap veren bildiğini serbestçe söyler ve bu hürriyetten halk faydalanır.
5- Hak ile bâtılı kolayca ayırd edebilecek kudret. Bu, ancak insanları tanımak, zâlimi mazlumdan ayırmak, halkın örflerini bilmek, muhitte yapılagelen hiyleleri, tertipleri vb. ihâta eylemek ile elde edilir." (Ebul'ûla Mardin, "Fetvâ", İslâm Ansiklopedisi, c. 4, MEB Yayını)
*
Bir başka metne geçelim; "fazla mest-lastik kokusu var" diye beğenmeyip battal ettiğimiz Mecelle'nin on altıncı kitabı "Kazâ"nın "Hâkimin evsafı beyanındadır" kısmına: Madde 1892: "Hâkim, hakîm, fehîm, müstakîm ve emîn, mekîn, metîn olmalıdır". Öyle bir tarif ki, her kelimesini şerh için bir cilt yetmez. "Hâkimin âdâbı beyanındadır" faslında ise daha ilginç hükümler var; 1895. maddede diyor ki: "Hâkim, meclis-i muhakemede alışveriş ve mütalefe gibi mehâbet-i meclisi izâle edecek ef'al ve harekâttan içtinab etmelidir." Sonraki madde; "Hâkim iki hasımdan hiçbirisinin hediyesini kabul etmez" (...) "Hiçbirisinin ziyafetine gitmez." Sonraki madde, "Esna-yı muhakemede hâkim, tarafeynden yalnız birisini hanesine kabul etmek ve meclis-i hükmde biriyle halvet veyahut da ikisinden birine el ya göz ya baş ile işaret eylemek veya anlardan birisine gizli lakırdı yahud diğerinin bilmediği lisan ile söz söylemek gibi töhmet ve suizanna sebeb olabilecek hal ve harekette bulunmaz." Sonraki madde; 1899: "Hâkim, beyn'el hasmeyn adl ile me'murdur." (Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, Dersaadet, 1308)
Vaay vaay vaay; peki ya esas mesele vatan ise ne olacak vaziyet?
*
Dedim ya, bunlar eski, küflü, sâkıt, modası geçmiş, mer'iyetten kalkmış fersûde metinler; kıymet-i harbiyesi kalmamış, eprimiş hükümler. Neyse ki şimdi âlemlere parmak ısırtan bir anayasa nizamımız, iç ve dış düşmanlar da dahil olmak üzere hayranlıktan herkese baygınlıklar geçirten bir hukuk devletimiz var. Pek şükür yargımız bağımsızdır ve bilumum siyasi telkin ve tazyiklere karşı "emîn, metîn ve mekîn" bir istiğnâya sahiptir.
Ya bir de yüce yargımız siyasallaşsa, siyasi tehdid ve tenkidlere muhatap kalsaydı ne olurdu hâlimiz?
*
Son alıntı rahmetli Metin Toker'den (Milliyet, 8.9.2000); diyor ki: "Demokratik rejim açısından 'askerler devleti'nin sakıncalarını görüp de 'yargıçlar devleti'ninkilerini pas geçmek pek de makbul bir davranış sayılmayabilir."